Ekrem Arpak

Ekrem Arpak

EKREM-CE

AFFINIZA SIĞINARAK!

10 Eylül 2020 - 11:36 - Güncelleme: 10 Eylül 2020 - 12:44

AFFINIZA SIĞINARAK!

Bir şehri Urfa efsanesine göre fi tarihinde ağalarımızdan birisi seçim çalışması kapsamında mitingtedir.

Sevgili ağamız öyle gaza gelmiştir ki işi "şu gördüğünüz Balıklıgöl'ü Urfa Kalesine çıkaracağım" seçim vaadine kadar ileri götürür.

Ağasının işin cılkını çıkardığının farkına varan rençberi biraz konuyu değiştirmek biraz durumu kurtarmak için "iyi de ağam balıkları ne yapacaksın?" diye sorar. Hoş, rençber de en az ağası kadar işte bu kadar saçma bir adamdır ya...

Ağa döner ve "Balıklıgölü kaleye taşıdım ya, balıkları da...."

Şimdi ağanın balıkları kime hediye ettiğini yazarsam kıyamet kopar. Çünkü yazar ve sanatçı olmanın yazılı olmasa da uyulması zorunlu ahlaki kuralları, dağ gibi ağır yükleri vardır...

Mesela adamın birisi iş arayan torunu yaşındaki kıza ahlaksız tekliflerde bulunur, yazamazsın!

Çünkü o müdürdür veya önemli bir siyasinin yakını olduğu için değerlidir ama sen yazar ve sanatçısın ya, yazdın mı ayıp sana yazılır. Hay düzenine tükürdüğüm.

Hele bak, yine rahat durmadım. İja tükürmek nedir? Ayıp ayıp...

Mesela koskoca yazar, şair, tarihçi, filolog, milletvekilinin birisi kalkar ilçesine 1 milyon 250 bin liralık öğretmenevi ödeneği çıkarır. Normal şartlarda 110 lirası dahi EKAP'a bildirilmek ve ihaleye çıkmaz zorundadır.

Bir kuruşu kanuna, nizama uyulmaz ve o çocukların yemekleri üzerinden cukka edilir Ekrem Arpak Ak Parti düşmanı olur fakat çocuklarımızın rızıklarını hiç edenler masumdur.

Neyse...

Size Şanlıurfa ve coğrafyanın bütünü için neden Zengin Toprakların Yoksul Çocukları dediğimi bir şehir efsanesi ile anlatayım.

Fi tarihin birinde bir milletvekilimiz rahatsızlanır ve hastaneye gider. Doktorlar vekili muayene eder ve ultrasona gerek duyar. İşlem uzun sürer, vekil sıkılmaya başlayınca neden beklediklerini söyler. Doktor, "vekilim ultrason cevap vermiyor!" der. Bunun üzerine vekil hiddetlenir ve "çabuk şu ultrasonun telefon nunarasını verin. Vekili bekletmek neymiş göstereyim" der.

Şimdi ne alaka mı diyeceksiniz? Çok alaka efendim, çok alaka...

Düşünün, bu şehri bu coğrafyayı Balıklıgöl'ü kaleye çıkaracağına, kepeğin ekilen bir şey olduğuna, ultrasonun cep telefonu kullanan bir canlı olduğuna, uçak havadayken inmek isteyenin milletvekili, belediye başkanı olarak lider olduğu bir şehir, coğrafya.

Lavma bu coğrafya nasıl kalkınsın?

İşte böyle bir coğrafya ve şehirde yazarlık yapmak gibi, eğitim, hak, hukuk demek gibi aptalca bir kavganın ortasındayım. 

Neden mi aptalım? 

Son bir fikra ile izah edeyim. 

Fıkra bu ya, iki arkadaş sohbet etmektedir. Birisi karşıda duran adamın birisini gösterek "bak bu adam, babası ve kardeşlerinin bindikleri araçlar 1 milyonu geçer. Oysa daha 2 yıl önce iflas etmişlerdi. Nasıl ayağa kalktılar anlamadım." 

Arkadaşı "ne iş yapıyorlar ki?" diye sorar. Bunun üzerine adam derinden bir offf çeker. 

"Tuvalet kağıdı" der ve devam eder. "aslında ikimizde aynı sektördeyiz. Kağıt işi yani. Ben kağıda bir şeyler yazıp satıyorum (roman, öykü, hikaye, ders kitabı) oysa g...te hitap ediyor. Onun milyarları var benimse aküsü boşaldığı için 20 gündür yatan külüstür bir arabam. Velhasıl anladım ki bu ülkede g.te hitap edenler lider oldukça beniö gibi beyne hitap edenler daha çoook sürünecekler! "

Görüyorsunuz ya, sanatçı olunca g. tü tüm harfleri ile yazamamak gibi şartlarım var. Sanki dersin anüs, kıç diye yazınca o g. ten daha güzel kokulu zıçılacak. Oysa mok moktur, g. t g. t... 

Bana gelince. İddialara göre her yıl 1 milyon kazanıyorum ama ne hikmetse aküsü bozuk külüstür bir arabam bile yok! 

Çünkü ben g. te hitap edenler yerine beyne hitap ediyorum. Kitap yazıyorum, roman, öyküler, köşe yazıları... 

Albümler, senaryolar, filmler. Beyin işliyorum kağıda yani. Ve emeklerim kağıda sıçanlar elinde giderken ben efendi olmak zorundayım onlarsa istedikleri yerlere zıçabilmek gibi büyük bir hakka sahipler. 

De gelde bu coğrafya zengin olsun...