Ekrem Arpak

Ekrem Arpak

EKREM-CE

BİR SOLCUNUN MASALI BURADA BİTER!

04 Mayıs 2024 - 12:58 - Güncelleme: 05 Mayıs 2024 - 18:39

8 aydır genel yayın yönetmenliğini yaptığım BFZTürk kanalının yönetim kurulu odasındayım. Dördüncü kattaki odanın açık penceresinden bir gürültü dalıyor ki odaya, sormayın gitsin. 

Bir iş makinesi yıkılan bir binanın temeline vurdukça çıkan korkunç ses beynimin içinde patlıyor. Binanın alt katındaki eski tip kahvehane belli ki ful ve işsizler ordusu okey oynuyor ama dersiniz oyun değil savaşıyorlar. Öte yandan az ilerideki ana yolun trafiği resmen resmen beynimin içinde davul zurna çalıyor sesler. 

-Haydi Ümit, beni Haşimiye Caddesi'ne bırak! Dedim. 

-Hayırdır Efendim, bir şey lazımsa hemen alıp geleyim. Dedi her zamanki beyefendiliği ile. 

-Evet lazım Ümit. Ağzımı, burnumu kıracak kadar dövebilir misin beni? Deyince bi şaşırdı çocuk. 

-Neyse Ümit neyse; sen beni dediğim yere bırak. Sözlerim ile kanaldan çıktık. 

Bildiğiniz kalbim resmen göğüs kafesimden çıkacak gibi hissediyorum. Öyle darlanmışım. Biri bana "seni seviyorum" Dese küfür gibi gelecek haldeyim yani. 

Kısa sürede "Yıldız Meydanı" dedikleri benim "Ciğer Kebabı Cenneti" Diye adlandırdığım yere geldik. Ümit'i uğurlayıp ağır ağır yürümeye başladım. Nereye gittiğimi, neden orada olduğumu bilmeden öylece yürüdüm. Tek bir isteğim var. Birileri bana dalsın ve şöyle eşek sudan gelinceye kadar dövsünler istiyorum.

Bu düşüncelerin umudu içinde (!) ağır ağır yürürken "körün istediği bir göz Allah verdi 3 milyon dolar ;)) hesabı baktım karşıdan 2 babayiğit genç geliyor. 

Boy, pos ve belli ki ya dövüş sporları ile ilgileniyorlar ya vücut geliştirme. Yani bırakın ikisini, birisi iki yumrukla beni nakavut eder. 

Hah, dedim kendime. Bir omuz atayım bunlara. İki ağır söz. Finalde güzel bir dayak yerim. 

Tam omuz atacağım gençlerden birisi demez mi;

-Vay Ekrem Abi, nasılsın ya?! 

Çocuklar beni sosyal medyadan takip ediyor ve sağolsunlar sevip değer veriyorlarmış. Kör talih işte... 

Tutturdular dondurma yiyelim, çay içelim. Hemen solda da küçük pastane var. Daha oturur oturmaz birisi 

-Abi sahi, sen daha atanmadın mı? 

Haydaaa. 

-Ne oldu ki? Dedim. 
-Kabine açıklandı da haberim mi yok? 

Gençlerin ikisi de afaladılar tepkim karşısında. Biri şöyle geriye yaslandı ve;

-Ekrem Abi, iyi misin, ne kabinesi? Diye sordu. 

-Yani turp gibiyim diyemem hatta panik atak seviyesinde kavga edip çıngar çıkarasım var ama yine de iyi sayılırım. Ben de tam onu soruyorum. Ne ataması? 

O ana kadar küllahtaki kremalı dondurmasını sessizce dilinin üzerinden kaydırıp mideye afiyetle indiren diğer genç birden ciddileşti.

-Ekrem Abi; sanırım sen şu kaslı, maslı, saçları jöleli hallerimize bakıp ikimizi de kas yığını sandın ama öyle değil işte. Mesela ben Edebiyat Fakültesi'nden derece ile mezun oldum. Felsefe ile de ayrıca aram iyidir. Madem sen ironik bir felsefe ile sorumuzu amacından saptırdın o halde gerekçeleri ile sorayım. Dedi. Ses tonunda birden büyüyen kocaman bir adam ciddiyeti vardı. 

- Abi birincisi: Bizler uzun yıllardır Sn. Kasım Gülpınar'ı senin satırlarından okuduk, tanıdık ve sevdik. 
- İkincisi: Sn. Kasım Gülpınar'ı yazmak ve anlatmakla kalmadın, bunu yaparken yaşadığın sayısız baskıya karşı dimdik ve cesurca durdun. 
- üçüncüsü: Kasım Bey'in atamalarına bakmaksızın sanırım ikimiz gibi seni seven sevmeyen herkes ilk senin atamanı bekledik. Atamalara bakınca da bu beklenti de ne kadar haklı olduğumuzu zaten gördük. 
Şimdi soru şu: Sen neden hala BŞ Belediyesi'nde önemli bir göreve atanmadın? 

Abooo soru çok sert ama bir o kadar da nezaket dolu. Nezaket önemli çünkü eminim BŞ Belediye Başkanımız Sn. M. Kasım Gülpınar bile son 25-30 gündür bu şehirde beni gören hemen herkesin bıyık altından gülerek, arayarak, mesaj atarak hissettirdiği o:

-O kadar emek verdin. Al san işte üçün birini aldın mı? Hissinin ruhumda, beynimde, vicdanımda yarattığı ağır psikolojiyi bilemez. 

Hemen toparladım tabii... 

-Madem öyle çocuklar, birer küllah daha söyleyin de sohbet iyice derine insin. Dedim gülerek.

-Birincisi: 3 Mayıs itibari ile artık 51 yaşında, hayatı boyunca devlet kapısı ve kurumlarında çalışmamış yani memuriyeti olmayan, biyolojik olarak 32 gündür dedeyim.

Toplumsal ve halkların özgürlüğüne inanmış bir adam olarak kendi özgürlüğüme düşkün, Evliya Çelebi misali ülkemizin dört bir yanını gezmeyi seviyorum. Yani sabah/akşam mesaisi bana göre değil. 

İkincisi: Büyükşehir Belediyesi'nin herhangi bir yerine atanacak liyakete sahip değilim. Siz bakmayın patır patır dökülen hatır atamalarına. Birileri değişmiş olabilir ama ben değişmedim ve liyakat önemlidir. 

Üçüncüsü Sn. Gülpınar'ı anlattığım sürecin, yılların içerisinde tek bir gün makam beklentim olmadığını en iyi kendisi bilir. 

Yani, dedi çocuk. 

-Makam ve maddi beklenti yok. O halde sen de klasik Gülpınar müridi olarak hizmet ettin. 

Çok güldüm bu tespite çoook. Ben ve mürit olmak ama cevap bekliyor gençler. 

-Bakın çocuklar, geçenlerde gazeteci birkaç arkadaş da Fuat Erbülbül Ağabey'e de öyle demişler. Beni mürit sanan çok ama ben mürit değilim. Hatta bakın size daha özel bir şeyler diyeyim. 

Sn. M. Kasım Gülpınar Ak Partili bir siyasetçiydi ben değildim. 

Kasım Bey'in bir aşireti var mı bilmem ama ben Kejanlı'yım. 

Kasım Bey Şeyh ben sosyal demokrat bir kırık kafayım. Kendisi ile ne hayat görüşlerimiz uyuşur ne de ideolojilerimiz. Kaldı ki siyasetçinin herhangi bir ideolojiye sahip olmadığını öğreneli çok oldu. 

Dondurma faslı bitmiş demli çayları yudumluyorduk. Baktım ki gençler "o zaman neydi Kasım Bey'e bunca adanmışlığının sebebi?" Der gibi bakıyorlar mecburen izah etmem gerekti.

Bakın gençler; Çocuklar Duymasın adlı bir dizi de Taş Fırın Erkeği karakteri vardı. Hah işte, ben sosyal demokrat solculuğun taş fırın erkeği kafasıyım. 

Henüz lise çağlarında Hizbullah'ın kanlı saldırısına uğramış, sayısız kez işkence görmüş, yüz yılı aşkın Cumhuriyet tarihinde bir ulusal tv kanalında "Kürtçe'nin yasak olduğu yerde durmam" Diyerek canlı yayın terk eden tek sanatçıyım. 

Bunun yanında bizim gibilerin solculuğunun tek üst kimliği vardır. İşçi/emek. Yani nerede bir mazlum varsa yanında durmak gibi dürtü ve reflekslerimiz devreye girer. 

Bu bağlamda biri KHK Mağdurlarına, biri Mevsimlik Tarım İşçilerine, biri sokak çocuklarına adanmış ve anlatmış, biri tanıtım, biri biyografik, biri şiir olmak üzere 20 kitap, 6 albüm, söz müziği bana ait 113 eser/şarkı-türküye imza atmış bir yazar ve sanatçıyım. 

Şimdi gelelim böyle bir kafanın neden Sn. Mehmet Kasım Gülpınar ile yolunun kesiştiğine.

Bizim gibi kafaların haktan, hukuktan, emekten, eşitlikten, kardeşlikten ve özgürlükten yana yarına dair çoğu zaman ütopik hayalleri vardır ve bu hayalleri gerçekleştirmek için vizyonu, feraseti, vicdanı, asaleti, adaleti ile rol model olacak bir lidere ihtiyaç duyarız.

Açıkçası son 10-15 yıldır Siyasal İslam'ın yerle bir ettiği ve bizi biz eden bütün değer yargılarını yeniden onaracak, önce bu şehre, sonra coğrafya hatta bir zaman geldiğinde bütün ülkeye birbirimizi yeniden sevmeyi, devlet malını çalmamayı, adaleti, merhameti, vizyonu, ilmi, bilimi yeniden hatırlatacak rol modelim Mehmet Kasım Gülpınar-dı. 

Dı-lı geçmiş zaman kullanmam sizi yanıltmasın zira bugün aynı düşüncedeyim. Mesela son birkaç gündür Kasım Bey'i kaleme aldığım makale, twit, yorum, özel haber ve kitabın toplamının 19 bin A4 sayfasına eşit gelen satırlar olduğunu hesapladığımda ben de şaşırdım. 

Evet, kabul ediyorum. Sadece siz değil 23 Nisan da 23 yaşına basan iç mimar kızım da bu yönde bir eleştiri getirdi. 

Sn. Gülpınar'ı hayatımın en önemli en özel yerine konumlandıracak kadar anlamlar yüklemişim. Sn. Gülpınar için mücadele ederken çocuklarımın büyümelerini, büyürken yaşadıkları hüzünleri, sevinçleri dahi es geçmişim. Elimden çalmışım, annemden çalmışım, kardeşlerimden ve dahi kendimden çalmışım. 

Mesela 42 kez gözaltına alınmış, sayısız kez ifade vermiş, yüz binlerce lira avukat ve anlamsız yine milyona yakın cezalar ödemişim. 

Fakat size bir şey diyeyim mi; tekinden pişman değilim zira ve hala ve inatla bu coğrafyanın aydınlık yarınlara çıkma umudum Sn. Gülpınar'dır. 

31 Mart sonrası maalesef korktuğum başıma geldi mi, geldi. Leş kargalarının, çıkarcıların, hırsızların, sözde feodal dinamik/denge ama özde rantçıların Sn. Gülpınar'ın üzerine çöreklenecekleri ve etrafında tıpkı yıllardır Erdoğan'a yapıldığı gibi kendisini sevenlerinden, halktan koparacak duvarlar öreceklerinden korkuyordum, gerçekleşti. 

Fakat umudum taptaze çünkü yıllarca Erdoğan'ın etrafında örülen duvarın defalarca kendisini bakanlıktan ettiğini hatırlayacak kadar zeki bir adamdır Sn. Gülpınar.

Size şöyle tarif edeyim: Sn. Gülpınar 31 Mart gecesinden beridir çıkarcı, yalancı, yalaka, menfaate dayalı ama etkin bir rüzgarın etkisi altındadır ve fakat unutmayın ki yel kayadan alsa alsa toz alır. Kaldı ki Sn. Gülpınar kendisinden haksızca alınmış tek zerre tozun hesabını dahi sorabilecek birikime de cesarete de sahiptir. 

Benim gibi yapın yani. Kaygısız, korkmadan arkanıza yaslanın ve Sn. Gülpınar'ın bu şehri nasıl baştan yaratacağını keyifle izleyin. 

Ben mi? 

Bizim hikayelerimizin finali hep aynıdır. Hikayeyi sen yazarsın fakat devrim gerçekleştiğinde lağım fareleri nemalanır bu devrimden, zaferden. 

Ben Kasım Beyi tanıdığımda bu şehirde Siverek'e hapsedilmek istenen, kendisini potansiyel tehlike gören bazı milletvekillerinin Ak Parti genel merkezine yalan, iftira dolu dosyalarla tezvirat yaptığı, her seçimde hakkı yenen ve pek kimselerin üzerinde taşıdığı feraseti, duruşu bilmediği bir değerdi. 

Sn. Gülpınar'ın 6-7 dil bildiğini, maaşını yoksul öğrencilere bağışladığını, kırmızk plaka aracını ve devletin kendisine tanıdığı hiç bir olanağı kullanmadığını, cesaretini halı dokur gibi ilmik ilmik kamuoyuna anlatan bendim.

Pek tabii böyle bir değeri anlatmak kolay olmadı. İlk önce Ak Parti içinde Kasım Bey'in varlığı ve potansiyel liderliği halinde kurdukları rant düzeninin dağılacağını bilen bazı milletvekilleri, il başkanları bundan rahatsız oldular. Rahatsızlıklarını da yargı ve ekmek parası üzerinden baskı ile üzerimde gönderdiler, pes etmedim. 

Kasım Beyi anlatmam gerekiyordu ve bunun için kaybedecek zamanım da yoktu. 

Mesela bu şehirde yanlış bilinen bir şeyi daha size anlatayım gençler. Şehirde Kasım Bey'in bana düzenli para verdiği algısı yaratıldı. Oysa ki ben Kasım Bey'i anlatmak için gittiğim şehirlerde kimi zaman otellerde rehin kalma tehlikesi bile yaşadım. Evimin kiralarını ödeyemediğim ve plastik toplayarak kiramı ödediğimi pek kimse bilmez. 

Dolayısı ile benim Kasım Bey ile paraya dayalı bir hukukum olmadı. Ki zaten böyle bir hesaplaşma veya helalleşme Meclisi'nde ne bu şehir ne de Kasım Bey maddi anlamda bana borcunu ödeyemez. 

Çünkü ben Kasım Bey'e kardeş oldum, dost oldum, sırdaş oldum ve ben onun masalının anlatıcısı Ahmed Arif, Yaşar Kemal oldum. 

Bugün geriye dönüp baktığımda "iyi ki yapmışım" Diyorum. Yarın da aynı fikirde olacağımı biliyorum. Çünkü benim gibi solcular böyledirler... 

Biz duygu ile hareket ederiz. Biraz sevilmek ve devrimler gerçekleştiğinde manen onore edilmek, hepsi bu. 

Ama hepsinden önemlisi Mehmet Kasım Gülpınar artık Şanlıurfa Büyükşehir Belediye Başkanıdır ve bu şehirde artık yarına dair sevgi, merhamet, liyakat, adalet çiçekleri boy verecektir. 

Sn. Gülpınar bu şehri yeniden inşa edecek, kırıkları tamir edip kendisini bekleyen asıl şehre yani Ankara'ya ülke siyasetinin merkezine gidecektir. 

Şüpheniz olmasın. 

Gençlerle sarılıp ayrıldık. Umarım anlatabildim umudu ile dayak yemek için yürümeye devam ettim. Baktım az ileride 70'li yaşlarda bir adam. Üstünden başından çaresizlik ve yoksulluk akıyordu. Bir Ciğerci'nin mangalından havaya karışan ciğer kokusunu hüzünle içine çekiyor dolu dolu gözlerle izliyordu. 

Yanaştım. Biraz çekingendi ama sohbet ettim. Torunlarına ciğer kebabı sözü vermiş ama parası yoktu. 5 dürüm paket yaptırdım. Kendisi ile birer acılı dürümü de beraber yedik... 

O ağladı, ben ağladım. Artık dayak yemeye ihtiyacım kalmamıştı zira bir dedenin torunlarına mahcubiyetinin ağır yaralısıydım.

Gelin bu şehirde son bir aydır üzerime dönen alaycı, sşağılık "aha işte, üçün birini aldın mı? "
baskısına. Bu insan psikolojisini bozan ve rant odaklı yaşayanların refleksi lakin ben de insanım ve resmen ağır geldi. Bu yüzden şöyle bitirmek istedim. 

Stefan Zweig demiş ki: 
"Biriyle arama mesafe koymuşsam 
Bu kesinlikle benimle ilgili değildir. 
Bana ne olduğunu sorgulayan 
Önce ne yaptığını hatırlasın."

Yani konu şu:
Biri bize yanlış yapıyor,
Biz de mesafe koyuyoruz,
Ondan sonra o kişi 
Arkamızdan yaptığı dedikodularda 
Bizi suçlu çıkarmaya çalışıyor!

Stefan Zweig'ın sözüne bakarsak
Demek her millette bu iş aynı!

(Hayri Yıldırım) Alıntı

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum
  • Yorum yazabilmek için lütfen üye girişi yapınız.