Sonunda başardık! Mevsimler de pes etti artık doymak bilmeyen hırslarımıza yenildiler. Konforumuz, tükenmek bilmeyen isteklerimiz ile hergün biraz daha kirlettik dünyayı.
Ne ıslak, soğuk, titrek kışlar kaldı ne de güneşin tüm sıcaklığı ile esmer tenlerimize gülümsediği bereketli yazlar. Ne sararmış yaprakları sevdalarımıza ilham veren sonbaharlar kaldı ne de toprak ananın rengarenk çiçeklere gelin gibi süslendiği ilkbaharlar.
Doymak bilmedik bir türlü... Habire yedik, habire tükettik her şeyi, herkesi ve her duyguyu...
El değmemiş, başını göğe uzatan yeşil yapraklı ağaçların yurdu ormanlar yok artık. Elimizin değdiği her şeyi kurutmak gibi acımasız bir haldeyiz, kahretsin! Beton zeminlere, kırık, plastik saksılara düştü en güzel çiçekler, ağaçlar. Hormonladık bütün güzelim meyveleri. Sebzelerin tadı yok. Kuşlar, börtü böcekler biir bir yok olup gidiyorlar. "Nesli tükendi" Diyip geçiyoruz katlettiğimiz canlılar için. Yeryüzünün en vahşi canavarları biziz aslında ama deniz de, gölde, ormanda canavarlar arıyoruz.
Bu sabah cılız bir yağmurla ıslandı Urfa. Ne garip, üşümeyi bile özlemişim. Dolu dolu yağan yağmurda ıslanmayı, çocukkar misali kar beyazında oynayıp zıplamayı...
Geriye dönüp bakıyorum da ne çok özlemişim tenekeden sobada çatırdayan çalı, çırpı, çıtırtısını. Odun, kömür alacak kadar zengin değildir belki. Belki gümbür gümbür yanıp ısıtmadı içimizi saman, tezek, çalı, çırpının titrek ateşinde ılık ılık yanan sobamız ama iyiydik.
Ne demirden petekler ne duvarda asılı duran klimaların esintisi o tenekeden sobalar kadar ısıtmadı içimizi.
Ayak bileklerimi bile sarıp sarmalayan içi pamuklu botum sıkıyor ayaklarımı. Oysa pahalı botlar yahu. Ayaklarım mı yoruldu beni taşımaktan yoksa altı delik plastik ayakkabılar mı daha rahattı?
İçim ürperdi cılız yağmurun yüzüme vuran her damlasında. Sahi, nereye gidiyoruz?
"Dindarlık dini bilmek olsaydı, şeytan hepimize hoca olurdu" Demiş adamın birisi.
Mesele bilmekte değil, mesele yaşamakta...
Helalin adı kaldı, onu gören yok, haram kapışıldı hala doyan yok.
Vicdan, tir tir titreyen, aç, açıkta, yalın ayak yoksul çocukların solan gülüşlerinde kayboldu. Gören, bilen, anlayan yok. Ölü çocukların bedenleri, yanan ormanların, selin, felaketin, depremlerin, üzerinden bile siyaset yapacak, ırkçılığa varan keyif çatmalalar kadar çirkinleştik.
Doğrular hırsın, rantın ettirdiği kinden, nefretten beslenen fırtınalarda kayboldu. Önce bir bir sonra hepimiz savrulduk o yalan fırtınalarda. Nihayetinde hepimiz iyi birer yalancı olup çıktık.
NE İŞİM VAR BURDA?
Şöyle saçma bir soru düştü aklıma. "Bir ömür dediğimiz otuz dört yıl sonra kendi memleketim olan bu şehirde ne işim var benim?"
Ve sonrasında ardı arkası kesilmeyen sürü ile sorular dadandı beynimin derinlerine.
Ne yapıyorum bu şehirde?
Kimin ben?
Ne için bedel ödedim?
Vefa nedir mesela?
Neden bu kadar mutsuzum?
Nedir, kimdir içimdeki hevesi kıran?
Neden hapiste hissediyorum kendimi?
Kim çaldı özgür, asi hallerimi?
İnanmak, inandığın şeyler ve kimseler için mücadele etmek kötü bir şey mi yoksa?
Niye bu kadar üzgünüm?
Mesela artık eskisi kadar ifade vermiyor, gözaltına alınmıyorum. Yoksa ortayolcu bir adam mı oldum?
Yoksa artık haksızlığa, vefasızlığa, sömürüye, hırsızlığa karşı çıkacak cesaretimi mi kaybettim?
Ciğerimi söken, nefes aldırmayan bir şey var ama ne?
GÜLPINAR BİR ŞEYLER DENİYOR AMA!
Kimse tek başına dünyayı değiştiremez ama ille de dünyayı değiştirmek istiyorsan önce kendini değiştirmelisin.
Bir çiçekle bahar da gelmez bilirim ama Mehmet Kasım Gülpınar rantın, paranın, hırsın, torpilin, nepotizmin çorak haline getirdiği topraklara yeniden sevgiyi, adaleti, vicdanı, merhameti, dürüstlüğü ekmekte kararlı gibi.
Güzel kokulu çiçekler açacak sanki. Sanki altın başak buğday taneleri misali başımızı aydınlık yarınlara uzatacağız.
İsrafı önleyerek başladı yeni bir hikaye yazmaya Gülpınar.
Torpilin kökünü kazıdı.
Rant da bitti, rantçılar, çantacılar da.
Birkaç cılız, algı amacı taşıyan iftiralar dışında Urfa sosyal medyası bile nasibini almaya başladı yeni düzenden.
Gülpınar daha ilk senesinde birbirimize güvenmeyi öğretti sanki. Birbirimizi sevmesek bile saygı duymayı.
Adrese teslim ihaleler yerini şehrin yarınlara nefes olacak projelere bıraktı.
"Şehri köstebek yuvasına çevirdiler!" Çığırtkanlığı yapanlar o kazıların aslında kırk yıldır yapılması gerektiğini dile getiremeyen art niyetlilerdir. Bir şehirde kazı varsa altyapı çalışması yani hizmet vardır. Bunu bile bile görmek istemeyenler olacak elbette. Çünkü onlar gelmiş gibi yapılan hizmetlerden nemalandılar.
Belediyenin sosyal yardımları artık fakir fukaraya gidiyor mesela. Yardımlaşmanın mutluluğunu yeniden hissettik.
2025 Gülpınar önderliğinde bu şehrin aydınlık yarınlarına atacağı ilk adımların yılı olacak.
Gülpınar "bir çiçekle bahar gelmez!" Diyenlere inat on yıllardır tek başına açan çiçek misali şimdi yeni yeni ve sevginin, vefanın, adaletin, paylaşmanın, bölüşmenin, vicdanın çiçekleri ile süslenmiş bir gönül şehri bahçesi hayata geçiriyor.
Eskiden tek başındaydı. Şimdi koca bir şehir inanıyor.
Ben onu tanıdığım ilk gün buna inanmıştım. İnanmakla haklı çıkmanın keyfi var elbette ama ne bu şehir beni tanıdı ne inandıklarım.
Olsun be olsun, mesele memleketimdir.
Gülpınar başaracak biliyorum hem de uzun yıllardır.
Nedir bu inancımın sebebi biliyor musunuz?
Ne demişti üstat; mesele dini bilmek değil, yaşamakta.
Gülpınar dini bilmiyor sadece. Yaşıyor ve bizlere de yaşatmak için çırpınıyor.
Başaracak, biliyorum.
FACEBOOK YORUMLAR