URFA'DA KAÇ ÖMER VAR & BİSİKLET GEZEGENİN YAVAŞ ÖLÜMÜDÜR!

"Bisiklet gezegenin yavaş ölümüdür!"

URFA'DA KAÇ ÖMER VAR & BİSİKLET GEZEGENİN YAVAŞ ÖLÜMÜDÜR!
Editör: Arpak Medya
14 Temmuz 2021 - 13:32 - Güncelleme: 14 Temmuz 2021 - 13:43

"Bisiklet gezegenin yavaş ölümüdür!"

Euro Exim Bank CEO'su bunu söylediğinde ekonomistleri önce düşündürdü sonra devam etti;
′′Bisikletçi ülke ekonomisi için tam bir felakettir. Bunlar:
1- Araba almıyor.
2- Bankadan borç da almıyor.
3- Sigorta poliçesi ödemiyor.
4- Yakıt almıyor.
5- Periyodik bakım için para ödemiyor.
6- Ücretli otopark kullanmıyor.
7- Büyük kazalara neden olmuyor.
8- Çok şeritli otoyol istemiyor.
9- Obez olmuyor.
Bisiklet kullanan sağlıklı insanların ekonomiye ihtiyacı ve faydası yoktur; İlaç satın almazlar. Hastanelere veya doktorlara gitmezler. Ülkenin GSYİH'sına fazladan bir şey katmazlar.
Buna karşılık, her yeni McDonald's mağazası en az 30 yeni istihdam yaratır; 10 kardiyolog, 10 diş hekimi, 10 diyetisyen ve beslenme uzmanı.
İlave olarak mağazada çalışan yüzlerce emekçi insan da fiilen çalışmaktadır.
Dikkat...
Bisikletçi mi yoksa Mc Donald's mı? Bu tekrar düşünmeye değer.
Not: Yürümek daha da kötüdür çünkü yayalar bir bisiklet bile almazlar."

PISKLETIMIZE DOXUNMAYIN!

Kapitalizmin vahşi sömürü anlayışının küçük ama anlam bakımından çok büyük bir örneği ile başladım bugün. Bisiklet kullanan insanların sömürü çarkının birer parçası olmamasını tehlike gören kapitalizmin bize dayattığı McDonald's ve tüketim hastalığı saçan envai çeşit süslü alışveriş merkezleri...

Mesele şu ki Mezopotamyalılar için durum çok daha vahim, çok daha hayati değer taşımaktadır zira bu coğrafyanın insanı için bisiklet bile neredeyse bir asır lükstü. Türkiye edebiyatının klasik hale gelen romanlarının çoğu oğluna bisiklet alamadığı için kahrolan babaların hüzünlü hikayeleri ile doludur ki Mezopotamya'nın bazı yerleşim yerleri (köy/mezra) yolları bırakın araç ve bisikleti insanlar için bile kullanılamayacak kadar berbat haldedir.

Başta Hollanda olmak üzere gelişmiş ülkelerde bisiklet toplumun tümünü kaplayan ciddi bir ulaşım aracıdır oysa bizim ülkede çocukların hayallerini kurduğu bir oyuncak. Mentalite farkı buradan bile Aveupa ve dünyadan ne kadar uzak olduğumuzun belgesidir. 

Peki, madem bisikletin Mezopotamyalıların hayatlarında pek yeri yok, o halde neden bu makaleyi kaleme alıyorum? Çok basit aslında. Bizim coğrafyamızın en önemli geçim kaynağı tarımdır ve tarımın sürdürülebilmesi için formül bellidir. (Verimli arazi + Gübre + yol + ilaç + tarım araç gereçler yani traktör, biçer vs vs) Yani  bakmayın siz bizim Urfalıların son dönemde banka kredileri, emekli anne baba maaşıyla alıp bunu bir sınıf atlama olarak gördükleri pasat başta olmak üzere lüks araçlara. Bizim bisikletimiz traktörlerimizdir.

Ne var ki başta DEDAŞ olmak üzere; liyakat yoksunu siyasiler, bürokratlar yüzünden hayatımızın en önemli aracı olan traktörlerimizin çoğu artık hacizli olup yedi eminde çürümeye bırakılmışlardır. 

Peki bu duruma nasıl gelindi ve neden sokak jargonuyla 'Pıskletimize doxunmayın' diyorum? Buyurun Fadıl Amca'nın hüzünlü hikayesini hep beraber okuyalım.

FADIL AMCANIN BİSİKLETİ!

Güneş o gün tek başına 10 kişiyle kavga etmiş, öfkeli, asi ve intikam yemini etmiş bir adam gibi elinde avucunda biriktirdiği ne kadar sıcaklık varsa Urfa'nın üzerine yağdırıyordu. Klimalar kar etmiyor, arabaların motorları su kaynatıyor, yapraklar dallarında kuruyor, sokaklar adeta cehennem sıcağı ile kavruluyordu... 

Bir gün önce elinde avucunda kalan son 30 dönüm tarlasını da satmak zorunda kalan Fadıl Amca 4 yıl önce kaybettiği eşinin mezarının başında oturmuş yanık sesiyle bir klam (kürtçe konusunu gerçek olaylardan alan ezgi) tutturmuştu. Siyah kalın çizgili beyaz ve yıkanmaktan solgun gömleği terden vücuduna yapışmış, arkadan sırtının kemikleri görünüyordu. Fadıl Amca gömleği, yamalı şalvarı ve klamı ile coğrafyanın biçare insanlarının tuvale dökülmüş tablosu gibi duruyordu mezar başında. 

Yaşına rağmen hala iri ve çok güzel bakan gözlerinden süzülen göz yaşı damlaları tütün sigarasından sararan bıyıkları arasından eşinin mezarına düşerken, hüzünlü klamı yerini koca bir adamın hıçkırıklarına bırakıyordu. Oyuncağı elinden alınmış çocuk gibi ağladı, ağladı, ağladı. O ağladı Karacadağ ağladı, taş ağladı, toprak ağladı dakikalarca.

Tarlasını da satan Fadıl Amca, eşiyle vedalaşıyordu o gün... Dededen beridir yaşadıkları ve tarım ile hayvancılıkla yaşamlarını idame ettikleri bu köyden taşınacaktı. Daha doğrusu taşınmak zorunda bırakılmıştı. DEDAŞ'ın fahiş faturaları, bitmek bilmeyen ve faizle dağ gibi büyüyen borçları yüzünden bankalara, tefecilere borçlanmıştı. O da yetmezmiş gibi kuraklık yüzünden artık kar ortaklığıyla buğday, mercimek ekip biçmenin de espirisi kalmamıştı. 

-Xeçe, ez kurban (Xeçe, kurban olayım sana!'') diye fısıldadı. Yüreğinin yandığını, kendisinden, köyden ayrılmak zorunda kaldığı için ölümle eş değer acılar çektiğini ama ona verdiği evlatlarına iyi bakma sözü nedeniyle şehre göç etmek zorunda olduğunu anlattı usul usul. Her bayramda ziyaretine geleceğinin sözünü verdi. Dışarıdan bakıldığında Fadıl Amca sevdiğine aşkını ilan eder gibiydi. Öyle sevgi dolu, öyle aşık, öyle kocaman yürekli bir sevgili gibi...

Boğazında düğümlenen acılarının hıçkırıkları azaldığında sevgiliye sarılır gibi eşinin mezarına boylu boyunca sarıldı. Bir süre öylece sessiz kaldıktan sonra ayağa kalktı. Şalvarına, gömleğine hatta saçına sakalına bulaşan toprağı silkelemek yerine sevgiliden kalan armağan gibi baktı. Yüz, yüzelli adım attıktan sonra mezarlığın aşağısında bekleyen emektar traktörüne atlayıp ağır ağır uzaklaştı. Fakat bir gariplik vardı... Güneşin kızgın ışınlarını kanatlarına alıp esen rüzgar Fadıl Amcanın traktörü ile sohbetini yayıyordu dört bir yana. Fadıl Amca ''Koçum'' adını verdiği traktörü ile de vedalaşıyordu.

-Koçum benim; yirmi yıldır kahrımı çektin. Bazen tekerleklerin patladı, bazen motorun sustu, bazen çalışamaz hale gelecek kadar yoruldun kızgın güneş altında benimle tarlaları döverken ama hep yanımdaydın. Özellikle yengeni kaybettikten sonra bana yol arkadaşı bile oldun. Sayende şu toprakların altına gizlenmiş bereketi kah buğdaya, kah mercimeğe döndürdük. 

-Koçum benim; Allah biliyor ya evladım gibisin. Kardeşim, sırdaşım, komşum, arkadaşım. Öz kardeşlerim, abilerim sırtını dönerken bana sırtını dönmeyen can yoldaşım gibisin. Şimdi anlatacaklarımdan sonra yirmi yıldır olduğu gibi beni anlayacağını ve bana kırılmayacağını biliyorum ama yine de özrümü baştan dileyeyim... Mevlüt hasta biliyorsun... Elde avuçta bir şey de kalmadı. İşte bu yüzden tarlayı, inekleri, koyunları sattım koçum. Seni sattım demeye dilim varmıyor. Kahpe feleğin dayattığı mecburi ayrılık diyeyim. Konak köyünden Reşo var ya, bildin değil mi? İşte bundan sonra ona yol arkadaşlığı edeceksin. Yok yok, öyle unutmak olur mu hiç? Sık sık seni ziyarete geleceğim koçum. Hakkını helal et aslanım.

Eve döndüğünde önce ahıra uğradı. Ertesi sabah hayvan pazarında satacağı iki inek ve 4 koyunuyla vedalaştı! Bir babanın evlatlarıyla vedalaşması misali konuştu onlarla. Evden ayrılmak zorunda olduğu için çocuklarından özür diler gibi sarılıp ağladı, özür diledi. O gece çocuklarına kendi elleriyle pişirdiği yemekten tek bir lokma geçmedi boğazından. 9 yaşındaki oğlu Mevlüt'e takılacak olan sol bacak protezi sayesinde onun yeniden yürüyecek olması hayali ile teselli aradı bu lanet, herkese eşit davranmayan dünyada.

İnek ve koyunlar, traktörünü de sattıktan sonra tedavi ve protez bacak parsını denkleştirmiş olacaktı. Sonrada şehirde kiralık evde oturacak, hamallık başta olmak üzere ne iş bulsa çalışıp okuyan 3 çocuğuna bakmaya devam edecekti.

Sabahın köründe tahta kapısı çalındığında yatağından fırladı. Nedense yüreğinde uzun zamandır yabancı olduğu umutlar yeşerdi. Bu umudun adı iktidar partisinin il başkanının geçen hafta sosyal medyasında paylaştığı çiftçilerin sorunlarının çözüldüğüne dair twitlerdi. 

-Allah'ım, yoksa DEDAŞ blokeleri kaldırıp, cezaları normale mi indirdi? Yoksa köyümü terk etmek zorunda kalmayacak mıyım? Sevinci ile yöneldi kapıya. Kapıyı açtığında karşısında haciz memurları vardı. Sadece 23 dakika sürdü iki inek, koyunlar, traktör ve evdeki beyaz eşyaların haciz edilmesi. Tefeci borç senetlerini bankada işleme sokmuş ve haciz koydurtmuştu mallarına.

Döndü, yer yatağında protez umuduyla boncuk boncuk kendisine bakan Mevlüt'üne baktı. Oysa az önce tedavi parası haciz edilmişti... Fadıl Amca artık çaresiz, Mevlüt ise protezsiz kalmıştı. 

O akşam Fadıl Amca Mevlüt sırtında yaya yürürken şehre, sosyal medya da DEDAŞ SORUNUNU ÇÖZDÜK müjdeleri paylaşılıyordu. 

DÜŞÜN ARTIK YAKAMIZDAN!

Fadıl Amcalar, Xale Müstolar, Metropollerde çöp toplamak zorunda kalan gençlerimiz, işsizliğin, tefeciliğin, haksızlığın, açlığın, sefalatin altında inim inim inleyen esmer alınlı yoksulumun tek failleri var aslında: Bir türlü yakamızdan düşmeyen liyakat yoksunu bazı siyasiler ve bürokratlar...

*Nufüsu 2.3 milyonu bulan bir büyükşehrin tüm akarlarını kendilerine ve de yakınlarına gelir çeşmesi haline getirenler: Bir düşün yakamızdan artık!
*Şehrin ana artel damarları diye nitelendirdiğimiz en önemli kurumlarının başına kendiniz gibi liyakat yoksunu akrabalarınızı atayanlar; bir düşün artık yakamızdan!
*Hastalarımız tedavi umuduyla komşu şehirlerin yollarında ölürken, hala hastanelerimizdeki makamlara yakınlarını atama telaşına düşen doymazlar; bir düşün yakamızdan artık!
*Dünyanın ilk üniversitesini bağrında taşıdığı halde eğitim kalitesi ve okuma yazma bakımından 81 il içerisinde 73. olmanın utancını rant, ihale vurgunu, torpil, nepotozim telaşında bize yaşatan vicdansızlar; yakamızdan bir düşün artık!
*Coğrafyamın çiftçilerini, köylülerini ve dahi milyonlarca insanı sefalete mahkum eden DEDAŞ'a söz söyleyemeyen korkaklar; yakamızdan düşün artık!
*Silah ve sigara kaçakçılığı yapan yeğenlerini nezarette bırakmayıp masum insanlarımız hiç yere gözaltına alındığında, çiftçimizin trafoları hukuksuzca sökülürken ortadan kaybolan korkaklar; yakamızdan bir düşün artık!
*Fakir fukaranın parasıyla kendilerine villa yaptıranlar; yakamızdan bir düşün artık!
*Yerel basını üç kuruşa satın alanlar ve dahi FETÖCÜ gazetecileri paraya boğanlar; yakamızdan bir düşün artık!

Velhasıl bu şehrin, bu coğrafyanın sorunu su, yeraltı yer üstü kaynaklar, yollar, eğitim, işsizlik, falan değil; bisikletimize dahi göz koyup bizleri yokslluğun çarkına itip tüketim canavarının dişleri arasında öğütülmeye bırakan liyakatsiz, çapsız, rantçı, çıkarcı, vicdansız, vizyonsuz bazı siyasiler ve bürokratlardır.

URFA'DA KAÇ ÖMER VAR?

Ak Parti hükümeti ve teşkilatlarının uzun yıllardır dillerindem düşürmediği arayışın adıdır Ömerleri aramak... Oysa 5 parmağın dahi bir olmadığı, kardeşin dahi kardeşini üç beş kuruşa ulu orta satar hale geldiği kokuşmuş bir düzende Hz. Ömer adaletine birerbir sahip Ömerler aramak ne garip değil mi? Ama biz yine de sorgulayalım bakalım: Urfa'da kaç Ömerimiz var Allah aşkına?

Hadi Urfa'ya geçmeden Diyarbakırlıların efsanesi şehit Gaffar Okan'ımızı rahmet analım mı? Ne güzel adamdı yahu. Devletçi, milletine kör kütük aşık mangal yürekli bir adam. Milliyetçiliği ırkçılıktan koparıp insanı insan olduğu için sevmeyi şiar edinen ve Diyarbakırlıların daha yüzyıllar boyunca rahmetle, minnetle, özlemle yad edecekleri güzel adamdı.

Ömerleri aramak beyhudeydi aslında zira bürokrat Gaffar Okanlar bulup makamlara atamak yeterliydi bizim için. Bir de vizyonu, entelektüel birikimi, vicdanı, merhameti, adaleti ile lider olabilecek siyasiler....

Peki, Urfa'da bırakın Ömer'i kaç Gaffar olmaya namzetimiz var sorarım size? Ben cevap vereyim müsaadeleriniz ile. En büyük Ömer'imiz 15 yıldır engellenip duruyor. Umut bağladığımız bir diğer Ömer'imiz şehrin valisi Abdullah Erin'di ki oda yorulmuş olmalı çünkü artık çekildi kenara! Varsa yoksa  Resulayn ve Telabyad...

Bir de gerçek adı da Ömer olan mangal yürekli bir kaymakamımız var. Viranşehir Kaymakamımız Ömer Dereci. Haliliye kaymakamımız ve vali yardımcısı Metin Esen. Başka?

Değerli kaymakamlarımızı kıyaslamak değil derdim. Haddime de değil lakin dikkat edin her ikisi de Urfalı değil ama Urfalıdan öte emek vermekte şehrimize. Ömer gibiler her ikisi de...

İşte bizim şehrin en önemli kurumlarının başına kendi içimzden onlar gibi dik duruşlu, onurlu, insanı insan olduğu için seven Ömerler bulmamız gerek.


KOKRMUYORUM SİZDEN!

Üç kişi giyotinle idama mahkûm olur.
Bunlardan biri papaz, biri hâkim, biri de fizikçi...
*İdam sehpasına ilk papaz çıkarılır. Başını giyotinin altına yerleştirir ve sorarlar:
– Son sözün nedir?
Der ki:
– Ben Allah’a inanıyorum, O beni kurtaracaktır. Allah... Allah... Allah...
Giyotini indirdiklerinde boynuna birkaç santim kala giyotin durur. Halk şaşırır ve hep bir ağızdan bağırır:
– Onu serbest bırakın; Allah sözünü söylemiş ve onu korumuştur.
Böylece papaz idam edilmekten kurtulur... *Sıra hâkime gelir, ona da sorarlar:
– Demek istediğin en son söz nedir?
Der ki:
– Ben papaz gibi Allah’a inanmıyorum. Ama adalete güveniyorum. Adalet... Adalet... Adalet...
Giyotini indirirler, giyotin hâkimin de boynuna birkaç santim kala durur...
Bunun üzerine insanlar tekrar şaşırır ve bağırırlar:
– Adalet sözünü söyledi, onu serbest bırakın.
Böylece hâkim de boynunun kesilmesinden kurtulur...
Sıra fizikçiye gelir. Ona da
– Son sözünü söyle derler
Der ki:
– Ben ne Allah’a inanan bir papazım, ne de adalete güvenen bir hâkim.. Bildiğim tek şey şudur: Giyotinin ipinde bir düğüm var ve o düğüm giyotinin tam inmesine engel oluyor.
Görevliler giyotini kontrol edince gerçekten de bir düğüm olduğunu görürler. Düğümü açıp tekrar bırakırlar, böylece fizikçinin başı bedeninden kopar..
Toplumdaki "düğümler" ve sorunlara işaret edip gerçekleri söylemenin acı sonuçları olabilir!..
Gerçeği söylemeye cesareti olanlar, bedel ödemeyi göze almalıdır...

(alıntıdır)

Evet, korkmuyorum Ömer arayışları arasında Nemrut olup aşımızı, aşkımızı, sevdamızı, umutlarımızı çalan liyakat yoksunu, çapsız, çıkarcı tiplerden. Giyotini boynuma ben vurdururum da sizinle mücadele etmekten korkmayacağım. Çünkü çözüm: Bu şehiri ayağa kaldıracak bilgi birikimi olan liyakatli siyasiler ve bürokratların varlığı olacaktır.

Buyurun OSB'NİN su ve enerji sorununu çözüp 15 bin kişilik iş istihdamı sağlayarak başlayalım mücadelemize...

Buyurun il seçimde gerçek Gaffarları, Ömerleri bulalım ha, ne dersiniz?

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum
  • Yorum yazabilmek için lütfen üye girişi yapınız.