AĞLAMAYA HAZIR MISINIZ ŞANLIURFALILAR!

Kız babaları kızlarına verdikleri sözde dururlardı.

Editör: Arpak Medya
12 Temmuz 2021 - 00:11 - Güncelleme: 12 Temmuz 2021 - 00:16
Ankara'nın ayazına maruz kalanlar iyi bilirler ki adamın kanı donar resmen... İşte böyle soğuk bir kış gecesiydi aşağıda siz değerli okurlarım için kaleme aldığım yazıyı okuyup videosunu izlediğimde. Yine uykularım firari, yine koca bir otel odasında tek başıma, başkentin orta yerinde memleketimin hayalleri peşinde koşarken yapayalnızdım...
 
Malum, 2 kız babasıyım ben. Birisinin tam 5 yıl benim türkülerim ve duruşum yüzünden kalbiyle ağır acılar çektiği, kalbinin 3 kez durduğu 2 kız babası. Demem o ki bu satırları okuyacaklar arasında kız babası varsa eğer şimdiden mendilini hazırlasın zira yüreğinizin ortadan ikiye bölündüğünü hissedeceksiniz... Gözpınarlarınız öyle bir akacak ki ömrü hayatınızda belki de bir daha böyle ağlamayacaksınız videosunu izlerken...
 
İŞTE YÜREĞİ YANGIN YERİ O HİKAYE VE VİDEOSU!
 
Düğünlerin vaz geçilmez halay başıydı Süleyman. Öyle bir halay çekerdi ki izleyenin dili damağına yapışır neredeyse ağzı açık izlerdi. Sorana “Atadan kalma” derdi “Babamda iyi halay çekerdi.”
 
 Karısı Emine’yi zaten bir köy düğününde halay çekerken beğenmişti. Daha doğrusu Emine onu halayda izlemiş, gözlerini ondan alamamış, bunu fark eden Süleyman’da kısa süre sonra anne ve babasını aynı köyden Emine’nin evine gönderip istetmişti.
 
 Dillere destan bir köy düğünü yaptı Süleyman’ının babası. Üstelik Süleyman ile babasının yan yana ilk halayı da bu düğünde olmuştu. Aradan yıllar geçti herkes bu halayı konuştu “Üstüne aynısı gelmedi.” dedi.  
 
 Babasının ölümüyle köyü terk edip Ankara’ya göçmesi aynı yıl oldu Süleyman’ın. Annesi Fadime büyük ağabeyinde kalıyor, yaz aylarında köye geldiğinde hem kardeşlerini hem de anasını doya doya görüyordu.
 
 Ankara’ya gelmeden babasının mezarını ziyarete gitti Süleyman, ondan helallik aldı. Göz yaşlarını toprağın üzerine akıttı “Senden sonra hiçbir düğünde halaya durmadım baba.” dedi “Tövbe ettim. Olurda kızım olursa bir tek onun düğünün halay çekeceğim.”    
 
 Onun da matemi böyleydi. Çok severdi babasını. Kardeşlerinin içinde ona en çok benzeyende oydu.
 
 Sıvacıydı Süleyman. İnşaatlarda çalışırdı. İki kızı oldu. Büyüğüne Firdevs küçüğüne Feride ismini koydu. Okuttu Firdevs’i. Ele güne muhtaç etmedi. Giymedi giydirdi yemedi yedirdi. Sıvacı parasıyla en iyi dershanelere gönderip öğretmen etti.
 
 Firdevs’in tayini Muş Varto’da bir ilkokula çıktı. Dördü birlikte gitti Varto'ya. Karısı Emine'yle birlikte bir ay yanında kaldılar kızının. O zamanlar küçük kızları Feride henüz okula başlamamıştı. Bu yüzden aceleleri yoktu. Bir süre sonra baktılar ki Firdevs’in yeri rahat, arkadaşları iyi, çevre ve öğretmenler birbirine saygılı ve birbirine yardımcı oluyor bir ay sonra kızını alnından öpüp geri döndüler Ankara’ya.
 
 Üç yıl boyunca yaz tatilinde Firdevs geldi Ankara’ya. Gelmediği aylar düzenli olarak para gönderirdi babasına. Okul döneminde hemen her gün telefonla görüşürlerdi. Üçüncü yılın sonu yine Firdevs aradı “Baba, bu sıralar işim çok. Müfettiş gelecekmiş. Bu yüzden sık sık arayamam merak etmeyesin” dedi. Anlayışla karşıladı Süleyman “Tamam” dedi “İyi ol yeter.  Gerisi önemli değil.”
 
 Önce haftada bir aramaya başladı Firdevs, sonra iki haftada bir. Gittikçe seyrekleşiyordu araması. Konuştuklarında “Ben iyiyim baba” diyordu “Sakın merak etme. geleyim falan da deme. İşlerimiz yoğun o kadar.”
 
 Üçüncü aydı Süleyman’ı Kaymakam aradı. Firdevs’ten bahsetti, onu methetti. Firdevs’in çok çalışkan ve başarılı bir öğretmen olduğunu ve bu yüzden kızına plaket verileceğini, mümkünse ilçeye gelmesini söyledi.
 
 Çok sevindi Süleyman. Karısına bile ne diyeceğini bilemedi. Kaymakam dört kişilik bileti ayarlamış ertesi gün yola çıkmaları için istenilen saatte terminalde olmalarını söylemişti.
 
  Varto'da başta Kaymakam olmak üzere kalabalık bir topluluk karşıladı Süleyman ve ailesini. Doğruca Devlet hastanesine gittiler. Hastaneyi görünce ateş düştü Süleyman’ın içine, kapıdan içeri girer girmez dizine vurdu “Eyvah” dedi “Eyvah. Firdevs’im. Kınalı kekliğim.”
 
Kaymakam ve ilçe milli eğitim müdürü çok ilgilenmiş Firdevs’le. Doktor, hastane her ne gerekiyorsa götürmedikleri yer kalmamış. Ama yemin ettirmiş Firdevs “Sakın” demiş “Babama bir şey söylemeyin. Öleceksem burada öleyim.”
 
 Kansermiş Firdevs. Üç ay içinde vücudunu yiyip bitirmiş. Arkadaşları çok yalvarmış ona babana haber edelim annene haber edelim gelip görsünler diye ama yük olmak istememiş Firdevs. Öleceğini anlamış. İçine doğmuş “Babam çok çekti. Bir yük daha çıkarmayayım. Beni hep iyi hatırlasın, iyi görsün gözünde.” demiş.
 
 O gün Varto’da kalmışlar. Ertesi gün Firdevs’in cenazesiyle birlikte iki otobüs köye gitmişler. Mahşeri kalabalıkmış mezarlık. Duyan gelmiş. Duyan yanmış. Duyan dizine vurmuş “Bu nasıl kader.” diye.
 
 Firdevs’i tabuta koymadan önce annesi yummuş gözlerini. Alnından öpmüş. Sarmış sarmalayıp tabuta koymuşlar. Babası gelmiş başucuna. Son kez yüzünü açmış kızının. Alnından öpmüş, Koklamış. “Kızım” demiş “Yavrum. Kekliğim. Hani düğünü de oynayacaktım.”
 
 Sonra tabutu köy meydanına getirmişler. Ahali toplanmış meydana. Köyün davul ve zurnacısı belirmiş çeşmenin başına. Yanık bir ses. Yanık bir hava. Kollarını açmış Süleyman. Başlamış tek başına halaya durmaya.
 
 “Yavrum” diye bağırmış Süleyman. Kuşlar uçuşmuş, çeşmeler kurumuş, Süleyman'ın göğsüne bir hançer saplanmış.
 
“Kuzum." diye bağırmış Süleyman "Firdevs’im. Kınalı kekliğim. Söz vermiştim sana. Düğününde oynayacaktım kaderimde tabutunun başında oynamak varmış. Güle güle kızım. Gül güle kınalı kekliğim."
 
Köylüler araya girecek olmuş. Kollarından tutacak olmuş. Dinlememiş Süleyman. Tek başına halaya devam etmiş "Ben" demiş "Babayım. Kız babasıyım. Babalar kızına verdiği sözünü tutarlar.”
 
// Veli Bayrak /
 
APENOV HALEFOV REDAŞ KURBANIYDI!
 
Doğrudur, babalar kızlarına verdikleri sözleri ne pahasına olursa olsun tutarlar... Tutamadıkları gün öldükleri gündür onlar için. Hele de bir baba eve gelirken kızına söz verdiği yemeği, oyuncağı, çikolatayı alamamışsa vay vay vay...
 
Bilmeyenler için söyleyeyim: Ruhatav nüfusunun %54'ü kadınlardan oluşur. Yani bu coğrafyanın neredeyse tüm babaları birer kız babasıdır. Zaten her babanın 4-5'ten aşağı çocuğu olmadığı için illa bir kız çocuğu vardır. Ama maalesef benim Urfalım ülkemdeki en talihsiz kız babalarıdırlar. Yok yok, kızlarımızdan Allah razı olsun. Hepsi pırlanta gibidirler ve mesele onlar değil. Mesele, alnımıza kader, yüreğimize ceza diye yazılmış derin yoksulluğumuz işte... 
 
Haydi biraz açalım konuyu ve bir örnekle neden talihsiz kız babaları olduğumuzu anlatayım... Malum, atalarımızdan beridir çiftçilik ve tarımla sağlamışız geçimimizi. Malum, dünyada buğdayın, mercimeğin ekildiği ve bu münasebetle insanoğlunun avcı yaşamdan komin (birlikte) yaşamaya adım attığı ilk şehrin çocuklarıyız. Hal böyle iken benim Ruhatav'da bir babanın kızına, evlatlarına verdiği tüm sözlerin tek dayanağı vardır 'ekinler biçilecek, satılacak veya sürü doğuracak, çoğalacakta oradan gelen parayla tutulacak sözler''
 
Apenov Halefov'da bu babalardan birisiydi geçen yıla kadar. Yani ta ki REDAŞ desteklemesine bloke koyup onu tefecilerin, banka kredilerinin kucağına mahkum edene kadar. Dededen kalma 100 dönüm arazisi, birkaç ta koyunu vardı 3 yıl öncesine kadar. 7 çocuğunun sonuncusuydu Zeynonya. Evin küçüğü, şirinesi, yaşama sevinci... 6 çocuğunu da ''ben okuyamadım bari evlatlarım okuyup kendilerini kurtarsınlar...'' diyerek okutuyordu. Zordu tabi ama hayatını daha da zorlaştıran son yıllarda coğrafyanın başına adeta bela olan REDAŞ'ın ta kendisiydi. 
 
Önce uzaktan okuma sayacına böcek kaçtı. REDAŞ bu gerekçeyle enerji kaçaklığı fermanı ile ağır ceza kesti ona. Sonra desteklemesine el konuldu, bloke edildi. İlk senesinde tefecilere borçlandı. Ekinleri sattığında elde avuçta hiç bir şey kalmamıştı faiz yükünden. İkinci senesinde hem tefecilere düşmüştü hem banka kredisine bulaştı. Üçüncü senesinde artık ne tarlası vardı ne koyunları ve Halefov yeni hayatında evlatlarına verdiği sözleri tutamayan, aciz, zavallı bir babaydı.
 
REDAŞ belası yetmezmiş gibi kuzusu Zeynonya'nın telasami hastası olduğunu öğrenmişti. Neyi var neyi yok satmıştı ama tedavi giderek ağırlaşıyordu. Zeynonya günden güne soluyor, tedavi aksadığı vakitlerde canından can gidiyordu. Halefov yavrusuna söz vermişti. Ne pahasına olursa olsun onu yaşama tutacak her yolu deneyecekti ama sözünde duramadı ve küçük Zeynonya göçüp gitti fani dünyadan...
 
Halefov o günden sonra aklını yitirdi. Her gün küçük kızının mezarı başına gidiyor ve saatlerce yeni tedavi yöntemlerini anlatıyordu. Daha da kötüsü bütün Ruhatav'da babalar artık evlatlarına verdikleri sözleri tutamamanın ağır utancıyla ağartıyorlardı saçı sakalı...
 
BİZ BABALARI KANDIRMAYIN BAŞKAN!
 
Biz gelelim gerçek hayatımızdaki Şanlıurfa'ya: Malum Ruhatav'da REDAŞ Şanlıurfa'da DEDAŞ zulmü ağır dramların ortaya çıkmasına, Şanlıurfa ve dahi Mezopotamya'da tarım ve hayvancılığın bitme noktasına gelmesine neden oluyor. Hadi Ruhatav benim masalımın şehri ama Şanlıurfa masalı her gün biraz daha acının her tonuna bulaşıyor.
 
Türkiye'nin en pahalı enerjisini biz ödüyoruz...
Blokeler ne hukuka sığıyor ne insanlığa...
Fahiş faturalar bel büküyor...
İnsanlığa, insanoğlunun yaşama hakkına aykırı cezalar akıl ağır gibi değil.
 
Tüm bunlar yetmezmiş gibi kurak geçen mevsimde trafolar sökülerek çiftçinin bütün alın teri, emeği, ekmeği hiç ediliyor.
 
İşte tam da bu noktada Ak Parti Şanlıurfa İl Başkanı Abdurrahman Kırıkçı'ya seslenmek istiyorum. 
 
-Yapma başkan! Parti ve şahsınıza ait resmi sosyal medya hesaplarınızdan zırt pır ''Çiftçilerimizin DEDAŞ sorununu çözdük!'' gibi hayal mahsulü paylaşımlarda bulunmayın. Bir şeyi çözdüğünüz falan yok. Öyle ki DEDAŞ'ın biber gazıyla çiftçinin trafosunu söktüğü gün yaptığınız paylaşımlar artık tepki topluyor.
 
Abdurrahman Kırıkçı Başkan; 
 
*Siz, ailece yokluk görmemiş olabilirsiniz. Allah'ta ne size ne de başkasına yokluk göstermesin zaten. 
*Siz, tüm kardeşler bu şehrin en önemli kurumlarının başında olduğunuz için zorluk nedir, evladına söz verip tutamamak nedir bilemezsiniz. Allah'ta bildirmesin zaten.
*Siz, Eyyüp Nebi'deki TOKİ evleri yapımında olduğu gibi sıkıntı yaşayınca çözecek dostlara sahip olabilirsiniz. Allah dostlarınızı sizlerden esirgemesin.
*Siz, kendinizi şehrin ağabeyi ilan da edebilirsiniz ama Şanlıurfa halkı artık masal dinlemeye doymuştur ve çiftçilerimizin, köylülerimizin sizler kadar şanslı olmadığını öğrenmeniz gerek...
 
Ekinlerine, hayvanına güvenip evlatlarına söz veren babaların umutlarıyla oynamaya kimsenin hakkı yok arkadaş... Umut fakirin ekmeğidir ve siz bu ekmeği siyasi şova dönüştürme hakkına sahip değilsiniz...
 
Tıpkı şehrin ağabeyine oynayacak tecrübe, birikime sahip olmadığınız gibi...
 
Bir dönem şair yüreğinize inanmış, memleketi için hala başarılı olmanızı kalben isteyen eski bir dostunuz olarak derim ki iktidar partisi il teşkilat başkanısınız sadece. Şehrin değil. Lütfen kendi alanınızı başarıyla yönetin, belediyelerimizle hizmet noktasında doğru iletişimde olun yeter...
 
Bırakın hastanelerdeki atamaları il sağlık müdürlüğümüz yapsın. Yapamazsa hesap vereceği yer Şanlıurfa valisidir sizin makamınız değil.
Bırakın Ceylanpınar kendi ilçe başkanını seçsin.
Bırakın siyasilerimiz DEDAŞ'a çözm bulsun veya gerçekten çözüm bulacak kudrete sahipseniz çözün o zaman ama hikaye anlatmayın.
 
Malum, hikaye, roman yazarı benim. Bırakın görevde iken veya ayrıldığınız vakit size dair şiirsel hikayeleri ben, biz yazarız başkan...

Not. Ruhatav masalında geçen isimler, olaylar ve mekanlar hayal mahsulü olup Rus Edebiyatı denemesidir. He lo öyledir öyle...
 
İŞTE O YÜREK BURKAN VİDEO

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum
  • Yorum yazabilmek için lütfen üye girişi yapınız.