ÇOK ÇARESİZİM BE ÇOK!

Ekrem Arpak
ABONE OL

Ateş düştüğü yeri yakıyor evet ama en ağırı da ne biliyor musunuz; yangın yeri yürekte çatırdarken tüm duygular, derin, koyu, ağır bir çaresizlik içinde öylece hiçbir şey yapamadan yanmak... 

Hele de yangının ortasında yalnızsan, bir başka acıtır alevler. Cehennem azabı misali tutuşurken, tanıdık bir el ararsın seni tutup çıkaracak. Tanıdık bir çift göz ararsın umut deyi baktığın. Tanıdık bir yüz ararsın, yangına su dökecekmiş gibi hafızana kazılan.  

Maalesef ki coğrafyamın esmer alınlı yoksul insanları olarak bu yangında çaresizce kül olmaya çok alıştık... Derin yoksulluk ve ekmek kavgasında gurbet ele savrulup her yangında çaresizce yanmak bizim kaderimiz mi, nedir bu bitmeyen yangının ortasında bizleri kül eden; dilim döndüğünce sorgulayacağım lakin öncesinde dün, bugün İstanbul Anadolu yakası Ümraniye Araştırma Hastanesi çocuk enfeksiyon yoğun bakım ünitesinin o soğuk koridorlarında, beni, bizi yalnız bırakmayan başta AB Uyum Komisyonu Başkanı Ak Parti Şanlıurfa milletvekili, MKYK Üyesi Sn. M. Kasım Gülpınar olmak üzere; Ak Parti İstanbul Milletvekili MKYK Üyesi Sn. Metin Külünk, bir önceki SGK Başkanı ve Bakan yardımcısı Sn. M. Selim Bağlı, Ak Parti Şanlıurfa Milletvekili MKYK Üyesi Sn. İ. Halil Yıldız, Şanlıurfa Valimiz Sn. Abdullah Erin, Ak Parti bir önceki Şanlıurfa il başkanı Sn. Bahattin Yıldız ve gazeteci büyüğüm Sn. Fuat Erbülbül’e... 

Ümraniye Araştırma Hastanesi Başhekimi Prof. Doç. Dr Sn. Necdet Sağlam ve tüm ekibine teşekkür borcumu ödemek isterim. Elbette sosyal medya da geçmiş olsun dilekleriyle dualarını gönderen, arayan, mesaj atan tanıdık, tanımadık herkese de kalbi sevgi, saygı ve teşekkürlerimi gönderiyorum.  

Lütfen hepiniz minnet dolu duyguların sarmaladığı bu teşekkürlerimi kabul buyurunuz zira 30 yıldır ikamet ettiğim İstanbul’da ilk kez soğuk hastane koridorlarında cayır cayır yanarken yalnızlığın alevleri yakmadı canımı. İyi varsınız, Allah hepinizden razı olsun. 

Ağabeyimin oğlu, canım yeğenim Berken Aras henüz 12 yaşında ve maalesef tüm dünyayı etkisi altına alan corona illetinin pençesinde 3 gündür yoğun bakımda. Bu vesile ile bir kez daha bu satırları okuyan herkesten rica ediyorum: Lütfen aşı olun, yalvarıyorum maske, mesafe kuralına uyun. Zira bu illet yaşlı, genç, çocuk dinlemeden sevdiklerimizi alıyor elimizden. Sağlık bakanlığının güncel verilerine göre daha bugün 232 yuvaya ateş düştü ve 232 canımızı daha aldı elimizden. Yeğenim Berken Aras’ın şahsında tüm hastalarımıza acil şifalar diliyorum. 

ÇARESİZDİM EVET! 

Bugün hastane bahçesinde ciğerimin bir parçası olan yeğenimin yoğun bakım ünitesine yüksek entübe riski ile yatışını çaresizce izlerken 30 yıllık İstanbul hayatımda karşılaştığım bütün yangınlar yeniden alevlendiler... Her birinin külleri yeniden kor kor yakarken canımı, İstanbul’a göç etmek zorunda kalan o yoksul, yalnız 17 yaşındaki çocukluğum çıkageldi, en yorgun halleriyle... 

Geçmişte, dün, bugün; kendi memleketinde ekip biçecek bir karış toprağı, ekmeğini kazanacak bir iş ihtimali olmadığı için sevdiği kızı, anne babasını, kardeşlerini, arkadaşlarını, akrabalarını bırakıp gurbet elen göçen milyonlarca çocuklardan, gençlerden birisiydim sadece. Bir pantolon, bir gömlek, 3-4 gün iş bulamazsam aç kalacağım harçlık ile çıkılan yolun garip yolcusu yani... 

İçi beni, bizi, dışı bilmeyenleri yakan fırtınalı, acının her tonunda çile çekilen 30 yılımı verdim İstanbul’a. Şiirlerde, romanlarda kısaca geçer ya; aç, açıkta, yalın ayak kaldığım günler gördüm. Garsonluk, inşaat ameleliği, boya badana, barmenlik, havalandırma, balıkçılık, pazarcılık derken su sattım, limon sattım ayakta durmak için.  

Gün oldu bir tas çorbayı bulduk ta ekmeği, gün oldu kuru emeği bulduk ta, katık edecek çorbayı bulamadım, bulamadık.  

Evladımın kalbiyle cebelleştiği 5 yıllık tedavi sürecinde borçlandığım bankalardan gelen hacizlerden başımızı kaldıramayıp, önü sonunda ailece önce boş bir dükkâna sığındık, dükkânın kirasını da ödeyemeyince çocuklar dedelerinde ben sokaklarda sabahladım. 

Hani ‘düşme!’ diye başlayan bir şiir var ya; düşmemek gerektiğini her anında öğretti bana hayat... Düştün mü, işsiz, parasız kaldın mı; işte tam da o zaman kahpe bir çaresizlik çöker adamın üstüne. Çaresizliğin yangını başka türlü yakar adamı... Yandım, yandım, yandım yahu... 

Hiç unutmam: Doktorlar kızımı ağır bir teste tabii tutacaklar. Test öyle ağır ki, masadan kalkamama ihtimali %35 dediler. Operasyon odasının önünde cebinde 2.5 lira ile ben ve eşimden başka kimseler yok. Sedyeye koydular. Sedye ağır ağır ilerlerken kızım ‘’baba beni bırakma’’ der gibi baktı. O an kapı kapandı ve ben feryat figan ‘’verin kızımı’’ diye ortalığı inletmiştim. 

Yanıyordum... Öyle bir yangın ki küllenmek bilmeyen hem yakan hem vücudumdaki tüm kemikleri kıran bir yangın... Allah kimseyi böyle yangınlarda hele de evlat acısıyla sınamasın... 

Dedim ya; ateş düştüğü yeri yakar. Yoksulluğun benim yüreğime ve evime düşürdüğü o ateş beni 20 yıldan fazla yaktı, yaktı, yaktı be... Aksayan tedavi yüzünden 3 kez kalbi duran, birinde 23 saniye eks olan evladım da benimle beraber bedelini ödedi yoksulluğun, çaresizliğin ve kimsesizliğin. 

Bu benim ateşimdi ama yalnız değildim ki... 

Dünyanın en zengin toprakları üzerinde yaşadıkları halde, her yıl mevsimlik işçi olup gurbet ele göçen, İstanbul, İzmir, Ankara, Mersin, Antalya ve diğer illere yerleşmek zorunda kalan milyonlarca insanımın birer yangını vardı sönmek bilmeyen... 

İŞTE BU YÜZDEN BÖYLEYİM! 

Köşe yazarlığı hayatımda çok kereler eleştirildim... Eleştirilerin odağında ‘’herkese saldırıyor, çok sert’’ gibi aslında önyargı ürünü olanlarda vardı, bilinçli bir şekilde doğrulara sırtını dönenlerin algı operasyonları da... 

Bakan, milletvekili, bürokrat, vali, belediye başkanları, kurum müdürleri, STK Başkanları vs vs sayısız insanı eleştirdim bugüne kadar. Sayısız kere ifade verdim ama kimsede çıkıp ‘’ bu adam neden bu kadar üzerine üzerine gidiyor haksızlıkların?’’ diye sormadı. 

Örneğin bir önceki GTH Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba ile kişisel ne sorunum olabilirdi ki? Siyasetçi değilim, tarlam yok, hayvancılıkla uğraşmıyorum değil mi? 

Örneğin: Şanlıurfa Ak Parti İl Başkanı Abdurrahman Kırıkçı ile nasıl bir sorunum olabilir ki? Rakibi değilim, kan davalım değil... Hoş başkanın birkaç arkadaşının sayesinde ekmeğimle oynandı ya neyse... 

Örneğin: Şanlıurfa Milletvekilleri Halil Özşavlı, Halil Özcan ve diğerleri ile nasıl bir kavgam olabilir ki? Veya kurum amirleri, STK Başkanları, bürokratlarla şahsi ne sorunum olur? 

Oysa hepsi ile sorunum vardı ve sorunun kaynağı belliydi aslında. Zengin Topakların Yoksul Çocukları olmaya isyan eden bir adamdı Ekrem Arpak. Bu kör kaderi yok edecek olan da eleştirdiklerimdi. Çünkü yangın hepimizi sarmış ve alev alev yakmaya devam ediyor hala. 

Hala işsiziz... 

Çocuklarımız hala Metropollerde geri dönüşüm adı altında çöpçülük yapıyorlar. 

Çünkü mevsimlik işçilerimiz her yıl ölmeye devam ediyorlar. 

Bu çünkü-leri ortadan kaldıracaklarını umduğum ama bilakis çünkü-lere: 

DEDAŞ zulmünün 

Tefeciliğin 

Yolsuzluğun 

Torpilin 

Nepotizmin 

İhale vurgunlarının 

Eksik okul, öğretmen derslik 

Eksik hastane, doktor, sağlık ekip ve ekipmanı 

Ve yol sorunlarının eklenmesine seyirci kalmalarınaydı tepkim ama anlamdılar, anlamayacaklar.  

Örneğin: AB Uyum Komisyonu Başkanı M. Kasım Gülpınar babamın oğlu muydu, Abim mi, amcam mı, dayım mı? Neydi hiçbir bağımın olmadığı Gülpınar’a olan inancımı körükleyen, hiç düşündünüz mü? 

Ben diyeyim sizlere: Çünkü ben 30 yılın yirmisinde İstanbul değirmeninde acıyla öğütüle öğütüle una döndüm yahu. Çünkü hala değirmenin acımasız çarkında öğütülen nice gençlerim, anne babalarım var benim ve Gülpınar’ın vizyonu, vicdanıydı bu değirmene dur diyecek umudum. 

Örneğin: Bir iki kez sesini duymak dışında tanımadığım, görmediğim Metin Külünk’e umutla çağrıda bulunmamı sorguladınız mı hiç? 

Çünkü Külünk, dışarıdan gelip Şanlıurfa’yı dizayn etmek, kendi siyasi kariyeri için basamak olarak kullanmaya oynamadı birileri gibi. Geldi ve teşhisi doğru koyup suratımıza vurdu gerçekleri.  

-VATANDAŞ ŞİKAYETÇİ! Diyordu Külünk. Her babayiğidin söyleyemediklerini söyledi. Kaldı ve inancım odur ki; sayın Külünk Urfa ve Urfalıların yaşadıklarının anca onda birini gözlemlediğinde ben gibi haykırdı. 

Şanlıurfa Valisi Abdullah Erin Mardinli değil mi? Babamın oğlu muydu ki masal kahramanı gibi anlattım sayısız makalemde? Şanlıurfa’nın hikayelerini karaladığım kitapta ne işi vardı Erin’in? Onun da yüreğine, vicdanına inanıp bir umut dalı gibi tutundum yahu... 

Hani ‘Ekrem Arpak herkese saldırıyor’ diyorlar ya; M. Selim Bağlı bana servet mi bağışladı da saldırmadım? Ticaret Borsası Başkanı Mehmet Kaya’nın hayat kavgamda yeri neydi? Bozova Belediye Başkanı Şeref Albayrak, Siverek Belediye Başkanı Ayşe Çakmak, Haliliye, Karaköprü, Eyyübiye belediye başkanlarımıza neden saldırmadım acep? 

M. Korkut Polat, Naif Bülbül, Haşim Şeyhanlıoğlu, M.Cemil Beyaz, Ali Gubat, Recep Küçükçay, Metin Esen, Ömer Dereci, Yunus Emre Aksu, Mehmet Canbeyli, Ahin Güneş, Fuat Erbülbül, Şerafettin Turan, Güler Kama İzol, M. Said Güllüoğlu, Nusret Urmak, Mustaga Güzelgöz, Cevahir Asuman Yazmacı, Levent Çelik, Fevzi Kurt, Mehmet GülümAzad Birinci, Nihat Kılıç ve eleştirmediğim onlarca insan ne verdiler bana da güzel anlattım onları? 

Mesela nedir her defasında ‘’mahcubiyet ve yanlış anlaşılacağı hassasiyeti ile beni aradığı halde Necati Demirkol’a siyasete gir çağrısını yapmamdaki sebep ne? 47 yaşımdan sonra memurluk sözü mü verdi bana? 

Hikâye şudur efendiler; bu haYatta bir: Görevlerini yapmadıkları için eleştirdiklerim var ki onlar yukarıda yazdığım çaresizliğin ve bitmeyen yangınımızdan sorumludurlar. İki: Bir de vizyonları, yürekleri, duruşları, bilgi birikimleri ile bu yangını ebediyete kadar söndüreceklerine inandıklarım. Gülpınar gibi, Külünk gibi, Demirkol gibi, Bağlı gibi, Erin ve diğer inandıklarım gibi... 

Yıllar sonra bir kez daha ama bu kez evlat olmasa da evlat yarısı yeğenim için hastane bahçesinde derin bir çaresizliğin pençesinde kıvranırken bir kez daha karar verdim. Yoksulluk ve çaresizlik bizim kaderimiz değil ve bunu alnımıza yazanlarla mücadelem ve alnımızda sileceklerine inandıklarımı anlatmaya devam edeceğim. 

Allah kimseyi çaresiz bırakmasın. Çok çaresizlik gördüm çok... 

Sizleri sözü, yorumu ve bağlamaları ile şahsıma ait olan, Şanlıurfa, Halfeti, Siverek, Harran’ın tarihi güzelliklerinin harmanlandığı JERA BEJIN / ONA DEYİN adlı uzun hava eserim ile baş başa bırakıp balkonuma çıkacağım bu gece. 

Bu gece içimdeki irini patlatmak ister gibi ağlayacağım, ağlayacağım, ağlayacağım... 

​​​​​​Gençlerime, insanıma ve de bitmeyen bu yangında kül olanlarıma...