BEN MEZOPOTAMYALIYIM Sn. VALİM!

Ekrem Arpak
ABONE OL

Genetik yapı önemli tabi... İnsan denen varlık, elbette bazı karekteristik özelliklerini anne ve babasının DNA'sından alabiliyor. Elbette bazı beceriler kalıtsal ve doğuştan olabiliyor ama hiçbir insan, okuma yazmayı, hele de yaşadıklarını, gördüklerini, hislerini kaleme almayı (Kitap, roman, öykü, hikaye, makale...) anne karnında öğrenmiyor. 

Şiir, şarkı, türkü sözü başta olmak üzere; edebiyatın her dalında duygu çok önemlidir. O yüzdendir ki asırlardır "Acılar yazdırır adama..." söylemi güncelliğini yitirmemiştir. 
İşte benim gibi, çoban bir baba, ırgat bir anneden olma, yarım yamalak, nitelik ve nicelikttan yoksun ilk, orta, lise öğremini dahi bitirememiş, üniversite kapısına dahi gitmemiş cahil bir adama roman, makale yazdıranlar tam da yaşadıklarımızdır. 

Coğrafya kaderdir evet ve beni yazar yapan coğrafyamızın kaderidir yani. 
Felek, ta çocukluğumuzda örer ağlarını Mezopotamyanın esmer alınlı çocukların etrafına. 
Hikayemiz çocukken başlar. Tıpkı acılarımızın doğar doğmaz başlaması gibi. 
Fakat bu coğrafyanın en belirgin yarası kendi insanına düşman, kirliyi, kötüyü, karanlığı, sömürüyü savunan yalaka tipleri bağrında taşıyor olmasındandır.

Geçen yıla kadar TİGEM Genel Müdiresi Ayşe Ayşin Işıkgece'nin kurumu bataklığa sürüklediğini, önce daira başkanı sonra müfettiş ve son olarak genel müdür yardımcılığını yapan Ertuğrul Ambar ile beraber kurumu felakete sürüklediklerini yazıyordum.

Aynı zamanda Ambar'ın kurduğu ispiyoncu timi ve Doğu Güneydoğuluları sevmeme esası üzerine kurulan ötekileştirme anlayışı yüzünden birçok masum insanın işten atıldığını, sürgün edildiklerini de kaleme alan bendim. 

İşte tam dabu noktada yani sadece bana nispet olsun diye bu hanımefendiyi manşetlerine taşıyan sözde gazeteciler çıktılar ortaya. Işıkgece'yi yüzyılın genel müdürü ilan ettiler... Elbette para almadan babalarını övmeyen bu zatların Işıkgece'ye karşı birden besledikleri bu sevgi seli tamamen duygusaldı.

Peki ne oldu?

O Işıkgece önce Tarım ve Orman Bakan Yardımcılığına atandı ama aslında bu bir atanma değil, TİGEM'den el çektirmeydi. Sonra hanımefendinin eşine çıkar sağladığı iddiaları dolaştı ve derken bakan yardımcılığından da alındı. Son olarak bugün hakkında soruşturma açıldığı ve yurt dışına çıkma yasağı getirildiği bilgisine ulaştık.

Elbette bu sözde gazeteciler çıkıp halkı yanılttıkları, gerçeklerin üstünü örttükleri, vurgunları savunduklarından dolayı özür dilemeyeceklerdi ama ben 2 yıl önce bunları yazdığım için mahkemelik olmuştum.

O gazetecilerin başarılı, kahraman manşeti attıkları Işıkgece ve Ambar'ın birkaç eserine bakalım:

IŞIKGECE VE AMBAR'IN BAŞARILARI!

1- Tarihte ilkez koyunlar bu ikilinin döneminde gözaltına alındı!
2- Tarihte ilk kez, mesai saatinde TİGEM arazisinde çifteşen evli şef ve mühendis adeta ödüllendirildiler
3- Tarihte ilk kez, tonlarca ay çiçek yakıldığı halde üstü örtüldü
4- Tarihte ilk kez çürümüş et Diyarbakırlı bir firmaya 2 milyona satıldı. O firma etleri piyasaya sürerken TİGEM 2 milyonunu alamadı.
5- Tarihte ilk kez çifti 1.250 liraya satılan küçükbaş hayvanlar 2.500 lira gösterilerek zarar kapatıldı.
6- Tarihte ilk kez bu ikili bin yıllardır süren göçer hayatını sona getirdi.
7- Tarihte ilk kez TİGEM'de ispiyoncu timi kuruldu.
8- Tarihte ilk kez tek damla suyun akmadığı kuyular için milyonlarca liralık centerpivot sulama sistemi çöp edilerek devlete zarar verildi. 

Personele mobing, torpil, ihalede kayırmacılıkta cabası.
Alın size benim 2 yıl mücadele ettiklerimin gerçek yüzleri.

Bu arada bugün Suruç'ta geçirdiği trafik kazasında yaşamını yitiren gazeteci Fehmi Kaplan' a Allah'tan rahmet, kederli ailesine, sevenlerine ve basın camiasına başsağlığı ile sabır diliyorum. 

Kendisini tanımazdım ama cemaat iyi bilirdik diyorsa, iyidir rahmetli. Öyle ya, Şanlıurfa basınında iyiye, doğruya rastlamak ne mümkün? 

BİZ MEZOPOTAMYALILAR!

Biz Mezopotamyalılar, hangi yaşta olursak olalım, çocuksu hatalar yaparız sık sık çünkü; kahreden derin bir yoksulluk, ne yaparsan yap ötelenmiş bir DNA'nın, rengin, dilin; kimliğinde yazılı memleketinde eşdeğer suçlu ibarenin gölgesinde, ite kalka yaşamış bir çocuk yaşar içimizde... 

Tenekeden ve içi boş sobanın etrafında titreye titreye zatüre olup, hiç iyileşemediği için boyu uzamayan, sakalı, bıyığı çıkmayan hiç büyümemiş birer çocuk. 

Ara sıra yol yordam bilmeyişimiz, altı delik, yamalı, yırtık ayakkabılardan kelli hep bildiğimiz az çamurlu, az çukurlu tek yoldan yürüdüğümüzdendir. 

Aşık olmayı da pek becerdiğimiz söylenemez çünkü, yoksulluğun kahreden çırpınışları arasında mevsimlik işçi olup gurbet kuşları misali göçen anne babalarımızın bizi sevmeye, sarmaya ve bize aşkı anlatmaya vakitleri yoktu. 

Mesela benim içimde sürekli üşüyen ve iliklerine kadar titreyen çocuğun ezberlediği acıları vardır, zaman zaman depreşen, acıtan, ağlatan... 

Babasızlığı yüreğinin en derininde, emekçi annesini görememeyi hayatının her evresinde hisseden ayakkabı byacısı, pamuk toplayıcısı ırgat çocuk... 

Belki bu yüzdendir ağaran saçımız sakalımız ile çocuklarımıza arkadaş olma arzumuz. Mesela artık evli olan hukukçu kızım ile iç mimar olan kardeşine bebeğim gibi sarılışım, her fırsatta oyun parklarına götürüşüm ondandır. 

Biz Mezopotamyalılar hiç büyümedik aslında... Ya yetim bıraktılar bizi, ya öksüz kaldık doktor, ilaç, tedavi parası olmadığı için kaybetriğimiz annelerimizden. 

Fiziken büyüdük zamanla. Gençlik yılları dedikleri tarihlerden geçtik. Ama gençliğimizde zehir gibiydi bizim. 

Mesela 19 yaşımdaydım ve batıdaki akranlarım tatile gitmeyi, yabancı dil öğrenmeyi, gezmeyi, eğlenmeyi, çapkınlık yapmayı öğrendiklerinde; ben Sarıgazi Jandarma Karakolunda sarı çiyan dedikleri başçavuşun sözlerinden Siverekli olmanın suç olduğunu öğreniyordum! 

Öyle bir suçtu ki, kırık bira şişeleri üzerinde çıplak ayakla yürümek, filistin askısı, su işkencesiydi bedeli. 

Tanımadığım, yaşamım boyunca görmediğim birini tanımamı istiyordu o başçavuş. Tanımadığım için suçluydum ki suçlu olmasam ne işim vardı İstanbul'da? 

Ona göre, kimliğimde yazan Siverekli ibaresi gözlerime suçlu yazdırmıştı. Anarşist... 
Suçumun ne olduğunu ne günlerce işkence görüp pardon denilerek serbest bırakıldığım ne de bugün hiç öğrememedim çünkü, biz Mezopotamyalılar acıyı öğrendik sadece... 
Yaşarken annemi özleten hayat ve düzen, öldüğünün ertesi günü de bir milletvekilinin egosu, makamı bir savcının siyasetçi karşısında duramayışı yüzünden ayırdı bizi. 
Belki bu yüzden severim Tatar Ramazan'ı ve belki bu yüzden 

-Bu dünyadaki hesabın ahirette kalmaması gerektiğine ben de inanırım. 
Belki bu yüzden, yani çekmesi öğrenilecek acı kalmadığı için üzerine üzerine giderim namerdin, hırsızın, isotçunun, nepotistin, tefecinin... 

Demen o ki Sn. Abdurrahman Kırkçı; ekmeğimle oynaman, sinsi şikayetlerin, yargı ve kolluk kuvvetlerine beni kötü anlatmandan yılmam ben. Çünkü sen Mezopotamyalı çocukların hiç büyüyemediğini, baskı yedikçe yeniden doğduğunu bilemezsin. 

O çocuklar ki, video algısıyla makama gelenleri sevmediler hiç bir zaman...
O çocuklar ki, Eyyüp Nebi Toki Evleri benzeri vurgunlardan para kazanmadılar ki kaybetmeye korkuları olsun ve 13 milyonluk borçlarını fakir fukaranın rızkından çalarak ödemek gelmezdi akıllarına... 

Çünkü o çocuklar senin Yasin Fırat Çiftçi'yi yarı yolda bıraktığın gibi bırakmadılar arkadaşlarını. 

Çünkü Mezopotamyalı çocukların ve benim küçük nasırlı ellerimde ucube imar projesinin ranta bulaşmış petrol kokusu yok Sn. Kırıkçı ve bizler düşmanımızın bile annesine hürmet etmesini bildik. 

Mesela sen ve yardımcın gibi ölmüş bir anneye hakaret etmemeyi öğrenerek büyüdük Mezopotamya'da... 

O yüzden sana yenilmem yani, zorlama... 

VE Sn. VALİM!

Evet, sokak jargonu ile dibine kadar Mezopotamyalıyım ben. Ara sıra şaşırdığınız, kızdığınız çocuksu hırçınlıklarım, zulme, haksızlığa, yalana, vefasızlığa, riyaya karşı asiliğim bundandır işte...

Mezopotamyalıyım ben. Daha öncede söyledim. Hore'nin oğlu yani. Tek pantolon, yırtık ayakkabılarla geçen çocukluğumdan hiç utanmadım mesela.  Annemle hep gurur duydum birilerinin aksine. 

Sn. Valim; içimdeki çocuk 28 yıllık evliliğimin her gününde eşimi sevmeyi, saymayı, korumayı, saygı duymayı öğretti bana. 

Birileri gibi makam ve kıç korkusundan çocuklarımın annesini kendi ellerimle dört duvar arasına atmayı değil.

Gerçi sevgili eşim ev hanımıdır benim. Ülkemde darbeye kalkışan terör örgütü bir cemaatin ablası olmayı hiç düşünmeyen. 

Hoş, bizim ülkede masum öğretmenler, doktorlar, hemşireler, çocuk yaştaki askeri öğrenciler darbe nedediyle ceza alırken, Şanlıurfa'nın FETÖ ablası keyif çatar diyorlar hatta o cemaat sayesinde oturdukları makamlar üzerinden yargıya baskı yapıp mazlumu ezenlerimiz var diyorlar ve diyorlar ki; FETÖ'nün resmi basın temsilcileri büyük saygı görür bu memlekette...

Biz Mezopotamyalı çocuklar iftira atmayı bilmeyiz Sn. Valim ve fakat Abdullah Aksak için:
-Belediyeyi vatan haininden kurtarıp vatan sevdalısına emanet ettik! Diyenlerin,  Bugün 2 terör örgütü üyesini para karşılığnda ülkemize sokmak ve insan kaçakçılığı ile suçlanmalarından utanç duyarlar mı bilmem ama bizim çocuklarun utanacak eylem ve söylemleri olmadı hiç bir zaman.

Hangi yaşta olursak olalım, çocuksu hatalar yaparız Sn. Valim. Arasıra yaramaz çocuklar misali depreşen asiliğim bundandır.

Dost bildiğimizin yanlışlarını alkışlamak değil, dostumuzu kaybetmek pahasına ve korumak için yanlışlarını yüzüne yüzüne söylemek, haykrımak öğretilmiştir bizlere.
İliklerimize kadar üşüyüp titrerken, ezberlediğimiz acılarımızdan beslenip, umuda sarılarak direnmeyi öğrendik haksızlıklara...

Babasızlığı yüreğinin en derininde, emekçi annesini görememeyi hayatının her evresinde hisseden çocuk... 

Belki bu yüzdendir ağaran saçımız sakalımız ile çocuklarımıza arkadaş olma arzumuz. Mesela artık evli olan hukukçu kızım ile iç mimar olan kardeşine bebeğim gibi sarılışım, her fırsatta oyun parklarına götürüşüm ondandır. 

Biz Mezopotamyalıyız Sn. Valim...
Oturur harbi harbi simit yeriz de enerji şirketlerinin, işsizliğin, hayat pahalılığının, tefeciliğin, hırsızlığın, ötekileştirilmiş olmanın, yoksulluğun zulmü altında zaten beli bükülmüş fakir fukaranın rızkını çalmak için sözde 80 bin liralık simit fatura etmeyiz belediyenin muhasebesine...

Sürümüzü zemheri soğukta veya kızgın güneş altında güderiz de birileri gibi TMO'dan ucuz arpa buğdayı vurgunu yapmaya tenezzül dahi etmeyiz...

Namus belasına çok can vermişliğimiz vardır bizim Sn. Valim. İşte bu yüzden bir STK Başkanı gibi genel sekreteri olduğumuz birliğin taşeronu olup vurgun yapmayız. Bir kadına gönül kaptırıp o kadın tarafından tehdit edilince 4 erkek bekar evinde aynı kadınla olanlardan midemiz bulanır bizim.

Bize emek verenler değerlimizdir Sn. Valim. Birileri gibi seçmenimize küçük İsrail diyerek aşağılamayız. O birileri gibi koca bir ilçeyi akrabalarımızın torpille makam cennetine çevirmişliğimiz de yoktur.

MESAM (Türkiye Musiki Eserleri Sahipleri Meslek Birliği) kartım belki bir milletvekili kartı kadar artı sağlamaz emme yurt dışına çıkışlarda %70 kolaylık sağlar ve fakat kartımı değil dolar karşılığı milyon poyunda satmak gelmez benim ve bizim çocuklarımızın aklına.
Ticaret yapmaya kafam basmadı hiç Sn. Valim ama emin ol inşaat sektöründe olsa idim; okulların temelinden, harcından, demirinden çalıp gelecekte çocukların başlarına ölüm diye yıkılacak okullar inşaa ederek para kazanmazdım.

Dost olduk, kardeş olduk, dürüst olduk ama Xalef olamadık bilirim Sn. Valim. Kete kete elimizi kolumuzu sallayıp her istediğimizi yaptıramadık makamlarda mesela...
Siverek doğumlu Ceylanpınar büyümeyim bilirsin ama Akçakale'ye yanar canım, Harran'da ve biz Mezopotamyalıyız Sn. Valim; devletin malını hurda diye satıp cukka etmez, belediyeleri bu denli sömürmezdim.

İçimde büyümemiş bir çocuk var Sn. Valim...

Memleketimi sömüren vicdansızlara karşı bir türlü susmayı öğrenemeyen. İşte yaramaz çocuklar misali hırçımlıklarım bundandır ve bu yüzden kim bana küsecekse başım gözüm üstüne...

Ben Mezopotamyalı olmayı çok seviyorum Sn. Valim. Tıpkı bu coğrafyanın aydınlık yarınlarına dair tek siyasi umudu olan M.Kasım Gülpınar'ı, tıpkı, her şeye rağmen güneşe boy veren altın sarısı buğday başaklarını, fıstığı, karagülü sevdiğim gibi...
Memleketimi sevmek suçsa eğer, suçumu çok seviyorum Sn. Valim. Tıpkı benim gibi Mezopotamyalı olan yani bu coğrafyanın esmer alınlı evladı Abdullah Erin'i çok sevdiğim gibi ama ben buyum işte...

Tahhamülüm yoktur namerde ve haksızlığa... Baskı yedikçe yeniden doğan çocuğum ben. Yeniden doğduğum her sabahta merhaba diyebilmek umuduyla Valim...
Bu şehir ne ara bu kadar kirlendi Sn. Valim? Merakım bundan, kavgam da bu kirlenmişlikle mücadelemdendir.

Ben, rant peşinde ekmeğimize basıp geçen milletvekili, il, ilçe belediye, teşkilat başkanı, sapkın STK başkanı, bürokratlara karşı asla sessiz kalmayacağım. Ee neylersin; ben Mezopotamyalıyım Sn. Valim...

Baskı yedikçe güçlenmek kanımızdandır...

Evet, Mezopotamyalıyım ben. Kürdüm, Arabım, Türküm mesela. Mesela aleviyim, suniyim, ezidiyim. İşçiyim, emekçiyim, köylüyüm icabında ama asla fakir fukarayı sömüren namertlerden olmadım şükürler olsun.


Bu yüzdense bana kırgınlığı memleketin, bu yüzdense bütün kızgınlıklar Sn. Valim, eyvallah şeref duyarım yalnız kalmaktan çünkü ben Hore'nin esmer alınlı oğlu, Siverek Kerejdağlı Mezopotamyalıyım.