Ekrem Arpak

Ekrem Arpak

EKREM-CE

ALLAH BELANIZI VERSİN & SEFİLLER!

12 Şubat 2023 - 15:48 - Güncelleme: 12 Şubat 2023 - 18:07

Gece uykum 150 saatir enkaz altında! İstanbul'u beyaza bürüyen kara, yüzü keskin bıçak gibi kesen soğuğa rağmen ciğerlerimi kül eden ağır bir yangın var içimde. 

Evet, aldığım nefesten, içtiğim sudan utanıyorum kaç gündür. 160 saattir bozuk düzenin namussuz, ahlaksız, hırsız müteahhitleri ve onların suç ortakları yüzünden kağıt gibi devrilen binaların enkazları altında kalan yüz binlerce insanı düşünüyor, kendimi onların yerine koymaya çalışıyorum. 

Ne garip değil mi? 

Doğalgaz ile dört bir yanı ısınan sıcacık evimde, karnım tok, tavşan kanı taze çayım elimde kendimi depremzedelerin yerine koymak gibi garip bir ruh halindeyim. Çünkü ben de hepimiz gibi bu düzenin yarattığı bir yalancıyım işte... 

İçimde büyümeyen o yoksul çocuğun insanlık kırıntıları dürtüyor beni. Kendimi dışarı atıp iliklerime kadar üşümek, yağan yağmurda ıslanıp kış sabahı dışarıda kalmak ne demek yeniden yaşamak istiyorum. Yeniden diyorum çünkü çocukluğum zaten böyle geçti. 

Derin bir çaresizlik var ruhumu esir alan. Ellerim kollarım kelepçelenmiş sanki. Yüzer yüzer, biner biner artan ölümleri, kefensiz gömülen canları izliyorum ekranlardan ve ben de tıpkı sizler gibi sadece izlemekle kalıyorum. Çünkü bende en az sizin kadar bunun hesabını soramayacak kadar korkağım. 

Evet, dışarı attım kendimi. Sözde üşüyerek anlamaya çalışacağım ya acı çekenleri. Yüzüme vuran ilk serin esinti sonrası bir cafeye attım kendimi. Ohhh! Mis gibi sıcak çay ve etrafta oturan bir kaç ben gibi avare ile dünyası başlarına yıkılan acılı insanlar üzerinden muhabbet ediyorum. 

Görseniz nasıl düşünceli nasıl duygusal, nasıl iyi ve nasıl bilge bir adamım. Her b*ku da biliyorum ha. 

Sahtekarlığım yetmezmiş gibi kalkıp utanmadan Kızılay'ı eleştirmek gibi alçakça cümleler kuruyorum. Ahmaklık işte benimkisi. Nankörlük. Öyle ya, ben mi iyi bileceğim bu felakette neler yapılması gerektiğini yoksa karı, görümce Kızllay'ın başında bulunan Yıldırımgiller mi? 

Cafede duvara asılı televizyon ekranına enkaz altında ölmüş kızının ellerini tutup bırakmayan bir babanın resmi düşüyor önce. Sonra kulakları sağır etmesi gereken sözleri... 
-Saatlerce birilerinin gelmesini bekledim ama kimse gelmedi. Tüm ailemi kaybettim burda. Arkadaşıma sığındım ama o da kiracı ve ev sahibi çık diyor... 

Hele nanköre bak! 

Evi başına yıkılmış hala dil uzatıyor kendisine yardıma koşanlara diyor ve kokuşmuş düzeni alkışlıyorum ve soramıyorum mesela:

-20 yıldır ödediğimiz deprem ve iletişim vergileri nerede?
-Neden bu babaya ulaşamadık ve neden bu baba kiracı arkadaşına sığındı acısıyla?
Bunun yerine 

-Nankör, iki günde sana ev diker bu ülke. Deprem vergilerimiz var yüz milyarlarca lira, tarihin en büyük yardım kampanyası var. Ne diye dışarıda kaldım diye iftira atıyorsun? Bak, Kızılay ve AFAD anında çadır ve prefabrik kentler kurdular. Yalanlarını sıralıyorum köşeme, sosyal medyama. Öyle ya; belki bir siyasetçi görürde kutlar beni hatta belki bana iş verir, para verir. İşte basınımızın içler acısı hali budur dostlar.

Evet, yukarıdaki yalanları birilerine şirin gözükmek için yazabilen sahtekar gazeteciyim ben de. O acılı babayı vatan haini ilan edebilecek kadar sahtekar. 

Arkadaş, bu acılı baba neden arkadaşına sığındı? Neden cenazelerini kefensiz gömdü diyemeyecek kadar korkak bir gazeteciyim... 

Belediye ve kurumlara rüşvet verip imar izni, inşaat ruhsatı alan hırsız müteahhitleri, her seçimde oy devşirmek için imar affı ile kaçak yapılaşmayı adeta meşrulaştıran siyasileri överken, ölen insanları suçlayacak kadar zavallıyım işte. 

Gerçek şu ki, değil Ak Parti; yer yüzünde böylesine büyük bir felaketi bir iki günde toparlayacak hiç bir hükümet, hiç bir ülke yok. Dolayısı ile meseleyi an itibari ile muhalefet, iktidar ekseninde yorumlamak zavallı bir anlayışın ürünü olur ama deprem kadar zavallı bir adamım ben!

Mezarlara dönen enkazların üzerinde siyasi şov yapanları kaleme alamayacak kadar pısırık, korkak, ciğeri beş para etmez sözde bir gazeteciyim işte...

Eski bir milletvekili çakması olan kadının biri, yardıma gelenlere "İngiliz uşağı, şov yapma!" Derken şov yapıyor utanmadan, sıkılmadan. 

Yardıma gelen ise en az onun kadar oy devşirme derdinde ve her ikisinin ayakları altında cesetlerimiz çürüyor, kurtarılmayı bekleyenler inliyor. 

Alın size ülke siyasetinin tümünün acınası hali diyemiyorum korkudan! 

Başta dini bayramlar olmak üzere; her fırsatta İBAN yayınlayıp bağış toplayan Kızılay'ın tek bir çadırı yok meydanlarda. Yıldırımgiller karı, koca görümce Kızılay'ı bitirdi diyemiyor insanlar ve insanlar tır tir titriyor kara kışın soğuklarından, kardan, yağmurdan, ölüm kusan acılardan. 

Çocuklarımızın kumbaralarında biriken harçlıklarını bağışladıkları KIZILAY yok artık ve bunu bile yazamıyorum, yazamıyor gazeteciler çünkü yazacak yüreği olanlar hapishanelerde! Çünkü hapishanelerimiz akademi yuvası, basın merkezine dönmüş. 

Benim ülkemde ne yaparsanız yapın her şey olursunuz ama rezil olmazsınız ve düşünmek dışında suçunuz ne olursa olsun kurtulursunuz. 

Bakınız, 99 Marmara depreminde yaptığı inşaatların altında yüzlerce insanın can verdiği müteahhit, kısa bir süre sonra hapisten çıktı ve şimdilerde yeni mezarlar dikiyor. Neden mi? Çünkü oy devşirmek endişesi ile getirilen genel aflar yüzünden o da tıpkı diğer katiller, tecavüzcüler, hırsızlar, gaspçılar, zehir tüccarları, tefeciler gibi sokaklarda kol geziyor diyemiyorum. 

Ben bir korkağım evet! 

Tıpkı şimdilerde çadır bile bulunamadığı için üşürken insanlar, çürümeye yüz tutmuş Eyüp Nebi TOKİ Evlerinin hesabını soramıyorum. Sormaya kalktığımda devletin Hazine ve Maliye Bakanı hukuksuzca ceza verdirdi bana. Ne için, o TOKİ evlerinde batması gereken ama siyasi partilisinin kirli kıçını kurtarmak, beni sindirmek, susturmak için. 

Daha demincek diyordu bir şarkısında Ahmet Kaya. Evet, daha demincek Şanlıurfa'da imar usulsüzlüğü ile petrol dikmek isteyenler bugün hala makamlarda memleketimde ve ben bunu dile getirdim diye yargılandım, ötelendim...

Yüz milyarlarca lira deprem ve iletişim vergisinin alındığı, deprem sonrası dünya ve ülke tarihimizin belki de en büyük yardım kampanyasının yaşandığı sevgili ülkem; dolandırıcılıktan defalarca yargılanmış, hapis cezası almış bir sanatçı ve arkadaşının AHBAP-ÇAVUŞ ilişkisine mahkum oldu diye bağıra çağıra isyan edemiyorum.

Yineliyorum, bu makaledeki sözlerim ve satırlarımın siyasi bir eleştiri ile alakası yok. Her kim ki bu büyük felaketi hükümete yığarsa bilinki ölümlerden, acılardan oy ve rant devşirme derdinde olan alçağın tekidir ve ben, efendiler: neden

-Ses varken ekip yoktu? Ekip varken ekipman yoktu, Ekipman varken ses yoktu? Diye soramıyorum kıç korkusundan!

Neden biliyor musunuz?

Kurt gizlice sürüye sızdı. Horoz görüp öttü. Köpek sese uyanıp havladı. Çoban dikkat kesildi. Halk kalktı, kurt kaçtı, sürü kurtuldu, köpek yine uyudu, çoban kavalını çaldı. Halk ise bu durumu horozu keserek kutladı.

Evet efendiler; uzun yıllardır ne zamanki kurtlara karşı öten bir horoz gördük; aldık başını kesip afiyetle mideye indirdik. Köpeklerimiz sadece havladılar ve köpeklerimiz kurtların peşine düşüp bir daha saldırmamaları için etkisiz hale getirmediler. Çobanlarımız ıslık derdindeydi göremedik.

SEFİLLER!
Victor Hugo'nun eşsiz romanının adı. Kefaretini ödemek isteyen Jean Valjean'ın ibretlik yasa ve merhametin doğasının incelendiği roman ayrıca ahlak felsefesi, antimonarşizm, adalet, din, ailevi ve romantik sevgiyi ele alır.

Henüz 20'li yaşlarda yoksul bir genç iken aç karnını doyurmak için birkaç ekmek çalan Jan, yıllarca büyük işkencelere maruz kaldığı hapishaneye atılır. Orda yaşadıkları sonrasında içinden adeta bir canavar çıkar. O artık sarı pasaportlu yani hükümlü bir suçludur.
Bir şekilde kaçmayı başaran Jan Veljean zorla girdiği kilise de bir gece konaklar. Gecenin ortasında klisenin çok nadide ve pahalı altın çatal bıçak takımını çalar ve kaçar. Ancak kısa sürede yakayı ele verir. 

Jan Veljean'ı askerlerin elinden ve işkencelere maruz kaldığı hapishaneden kurtaran ise kaçarken yumrukladğı başpiskopos olur.

Başpiskopos'un sözleri ibretliktir:

Böylece o kirlenmiş ruhunu bu gümüş çatal bıçaklar karşısında satın aldım ve seni Allah'a havale ettim. Bana söz ver; değişeceksin...

Değişir Jan Veljean. Zaten hikaye de bundan sonra başlar. Peşine düşen acımasız Javert'in tüm baskılarına rağmen o artık bir hayat kadınını sevecek ve kızına babalık yapacak, devrimler yapıp işçi emekçilere iş sağlayacak kadar harika bir adamdır. Öyle ki, defalarca bağışladığı, öldürmediği Javert bile intihar etmek zorunda kalır Jean'ın değişimi karşısında.
Sevgili Dostlar; kabul edelim ki; hükümeti, muhalefeti, yaşlısı, genci, her kesimden, güçten, makamdan milyonlarca insanı ile hepimiz deprem enkazının altında kaldık.
Neden mi?

Çünkü kahpe bir ahlaki çöküntünün piyonları olmayı biz seçtik...
Toplumda onca namuslu, dürüst, vizyon sahibi, eğitimli insanlar dururken; ne kadar liyakat yoksunu, cahil, beceriksiz isim varsa vekilimiz ilan edip meclise gönderdik veya belediye başkanı seçtik.

Bunların arasnda tertemiz olanlar yok muydu Vardı elbette ama onları da etkisiz eleman kıldık.

Eskiden çocuklarımıza sevgiyi, dürüstlüğü, paylaşmayı, bölüşmeyi öğretirken şimdilerde para kazanmak için her yolun mübah olduğunu öğrettik.

Haksızlıklar karşısında dilimizi şeytana satıp sustuk. Gaspı, adaletsizliği, hırsızlığı, ihale vurgunlarını, tefeciliği, yalanı, rüşveti öğrettik çocuklarımıza.

Sağcı, solcu- Muhafazakar, dinsiz- Siyah, beyaz- Fenerli Galatasaraylı- Alevi, sünni-  O partili bu partili gibi sayısız bahamelere sığınıp bin parçaya bölündük. Biz bölündükçe ekmeğimizi, aşımızı, umutlarımızı ve nihayetinde bu deprem ile canımızı çaldılar görmedik.
Biz birbirimizden nefret edip kavga ederken; birileri sömürdü kanımızı, canlarımızı ama görmedik.

İŞKENCE MEŞRULAŞTI!

Evet, insanlar canları ile cebeleşirken o bölgede hırsızlık yapmak dünyanın en adi en şerefsiz hareketidir. Doğrudur, bu tür mahluklar yargılanmalı ve en ağır cezaları almalıdırlar ama Allah aşkına; günlerdir deprem bölgesinden sosyal medyaya düşen videolarda korkunç işkencelere alkış tutuyoruz. Bir ytafik polisi çırılçıplak soyduğu 3 hırsıza öyle bir işkence ediyor ki; aklım durdu. Maalesef salyalarımız aka aka alkış çalıyoruz bu ve benzer videolara.

Peki, yarın öbürgün halk çıkıp kendi cezasını vermeye kalksa ne olacak?
Hani biz hukuk devleti idik?

Sormak istiyorum o hırsız şerefsizlere işkence yapan polisimize, askerimize:
-Aynı muameleyi binlerce insanı canından eden müteahhitlere ve onlara imar, inşaat izni verip kontrol dahi etmeyen belediye başkanları ile memurlarına yapacak mısınız?
Mümkün değil...

Hatta onlar paraları ile krallar gibi karakola gider, krallar gibi çıkarlar ve biz ölmeye devam edeceğiz.

İşte bu gerçeği bile yazamayacak kadar korkağım ben.

BALIKLIGÖL KAN AKIYOR!

Allah'ın hikmetinden sual sorulmaz. Balıklıgöl'ün deprem sonrası halini gördünüz mü hiç? Masmavi sularının nasıl kan rengi aldığını gördünüz mü?
Adeta enkaz altında ve hatta üstünde kalan yüz binlerce depremzedeye kanlı gözyaşını akıtır gibi akıyor Balıklıgöl. Peki, biz akıllanacak mıyız, sanmam zira aldığım duyumlara göre Şanlıurfa'nın OHAL'a dahil olmasını kutlayanlar var...

YIKILDI İNSANLIK!

Bu deprem de Kahramanmaraş yıkıldı, Adıyaman diye bir şehir kalmadı ve Hatay ve Elbistan ve Pazarcık ve Malatya, Gaziantep...
Öyle sanıyorsunuz değil mi?

Yıkılan biziz biz... Üzerimize yıkılan yıllardır ellerimiz ile ördüğümüz  liyakat, rüşvet, tefecilik, yolsuzluk düzeninin ölümcül tuğlalarıdır.
Üzerimize yıkılan kendi yarattığımız karanlığın çaresizlik, ölüm perdesidir.

ALLAH BELANIZI VERSİN!

Korkmayın!
Allah belanızı versin demek bir hakaret değil. Bir temenni cümlesi. Yargıtayda aynı görüşte. Bari bu kez temenni edin ve bu temennide bulunamayacak kadar korkak olmaacağım artık.
Mesela memleketim Şanlıurfa'yı sömüren ilkokul mezunu, iki kelimeyi bir araya getiremeyen, rantç düşkünü, ihale takipçisi, nepotist, rüşvetçi siyasiler ile yılmadan mücadele edeceğim.

Herkes kendi memleketindeki bu tiplerden kurtulmadıkça, biz daha çok ölmeye devam edeceğiz vesselam.
 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum
  • Yorum yazabilmek için lütfen üye girişi yapınız.