AHA BU GORİL BU ASLAN DA BU ÖKÜZ KİM!

Severim hikayeleri darmadağın etmeyi!

AHA BU GORİL BU ASLAN DA BU ÖKÜZ KİM!
Editör: Arpak Medya
24 Temmuz 2021 - 21:56

Hoşuma giden ve de toplumsal içerikli mitolojik veya şehir efsaneleri olarak adlandırılan hikayeleri parça pinçik etmeye bayılırım. O hikâye benim kalemimden geçmişse yüzü gözü dağılır, komalık halde orta yerde bırakırım. Hele de memleketime uyarlayabileceğim mesajlar içeriyorsa vay haline o hikâyenin, kafasını gözünü patlatırım! 

Ama bugün hikâyeden çok fıkramsı, muhtemelen anonim bir sözün ameliyat masasına yatıracağım. De buyurun hep beraber kafa göz dalalım söze... 

URFALI GENÇ HAYVANAT BAHÇESİNDE! 

Dededen beridir hayvancılıkla uğraşmak ve çoban olup sürü gütmekten bıkan Koço, bu kısır döngüye son vermesi ve gelecekte büyük bir adam olup yeni bir yaşamın yolunu açması için oğlu Reşo'yu  en iyi üniversitelerde okutur. Bu eğitim süreci Koça'ya pahalıya mal olmuş, önce sürüsü sonra tarlası elinden gitmiş ama oğluna hayal ettiği diplomaya kavuşmuşlardır. Gelin görün ki elinde kapı gibi diploması olan, İngilizce, Fransızca dahil 3 yabancı dil konuşabilen Reşo, aylarca her yere müracaat ettiği halde iş bulamamıştır. 
 

Babasına ve annesine karşı hayli mahcup olan Reşo için artık kariyer değil, bir an önce iş tutup anne babasına yardım etmektir önemli olan. İşte böyle bir gün İstanbul sokaklarını arşınlarken dış cephesi yeşil sarıya boyanmış bir Hayvanat bahçesinin önünden geçerken durur ve 'muhtemelen buranın işletmecileri de Urfalıdır, neden olmasın?' deyip, oraya da müracaat eder. Daha girişteki memura merhaba der demez haklı çıkmıştır çünkü bozuk Türkçesi, cehaletine rağmen hayli havadar olan memur Urfalı bir vekilin yeğenidir ve bu torpille işe girmiştir. Orası önemli değildir çünkü zaten Urfa'da bazı vekil, belediye başkanları ve bürokratların yeğenleri, evlatları, kuzenleri, ayıları dayıları yüzünden çalışacak iş kalmadığı için İstanbul'a gelmiştir. 

Olacak ya; bahçenin gözdesi goril önceki gece ölmüştür! Hayvanat Bahçesinin zeki yöneticileri Urfalı zekasıyla bunu müşterilerden bu günlük gizlemeyi başarmışlardır. Bir süre genci süzer sonra karar verirler. 

... 

'Yeni gorilimiz gelene kadar, onun postunu giyip goril taklidi yapabilir misin?' diye sorarlar. 

Delikanlı önce şaka herhalde diye düşünür, ama hayır adamlar gerçekten ümitsiz ve çaresiz görünmektedir. Üstelik Hayvanat Bahçesinin Kanatsız Kuşlar Daire Başkanı ile Gorilgiller finansman müdürü de hemşerisi olduğu için onları kıramayıp ''parada anlaşırsak yaparım!'' diyerek kabul eder. 
 

İki üniversite mezunu diplomalı Reşo, geçici de olsa iş buluş olmanın sevinci ile ertesi sabah gelir, hazırlanır postu giyer, gorilin kafesine girer ve o güne kadar seyrettiği belgesellerden aklında kaldığı kadarıyla goril gibi davranmaya başlar... 

Ara sıra homurdanıyor, göğsünü yumrukluyor, dört ayak üzerinde yürüyor, bir dala sıçrıyor, sallanıyor, seyircilerin attığı meyveleri yiyordu Reşo.  

Birkaç gün sonra işine öyle adapte olmuştu ki, daha yüksek dallara bile tırmanıyor, daldan dala atlayabiliyordu. Hayvanat Bahçesinin üst düzey bürokratları ve asıl sahibi bazı Urfalı siyasiler, Reşo'nun bu hızlı adaptasyonundan oldukça memnun kalmış ve gerçek Goril arayışından vazgeçmişlerdi. 

Ama kör talih işte: Reşo'nun son atladığı dalı tutamadı, kafesini yan kafesten ayıran kafesin üzerine düştü, yıpranmış kafes teli yırtıldı ve kendini yan kafesin içinde buldu. 

Acı ve korkunç olan da düştüğü kafes aslanın kafesiydi. 

'İmdat!' diye bağırdı ama kendi sesini kendi bile duymadı. Korkudan sesi kısılmıştı. 

Tekrar bağırdı. Eh! hiç olmazsa kendi duymuştu. 

Önce neler olduğunu anlayamayan aslan yavaşça yattığı yerden kalktı, Reşo'ya doğru ağır adımlarla yaklaştı. 

Seyirciler çığlık çığlığa idi. Bir çocuk sanki goril anlayacakmış gibi (!) 'tırman, kafese tırman' diye bağırdı. Bizim millet hayvanlara kendi akıllarından daha ağır misyonlar yüklemeye bayılırdı. Goril bir aslan değildi ama aslandan kurtulacak kadar güçlü olmalıydı. Aralarından birisi  
 

-La Goril; sen hiç mi lahmacun, ciğer, isot yemedin oğlım? diye saçma sapan bir böğürtüyle sordu sorusunu. Bir diğeri: 

-Kuranıma bunu elime verecekler, kafasını gözünü kırıp Urfalı cesareti gösterecem, olacağı o dedi. Halbu ki değil aslan, sokak köpeğinin kafesine düşse altına zıçardı. 
 

Tüm hayatı film şeridi gibi göz perdelerine düşen Reşo bir an istese bir kafa darbesi ile tahta kafesi kırıp kendisini kuratarabilecek kadar güçlü olan ana oturduğu yerde treni izler gibi bakan öküze takıldı. İçinden ''Ulan Koço Baba; beni bunca bir aslana yem olurken, öküzün seyrettiği zavallı goril olmam için mi okula gönderdin?'' diye geçird. 

 

Kulakları sağır eden bağırtılar arasında korkudan goril Reşo'nun sadece sesi kısılmamış, eli kolu da felç olmuştu.  

Aslan bu: Affetmedi, geldi, önce pençesini gorilin göğsüne dayadı, sonra başını başına yaklaştırdı ve fısıldadı: 

'Kapa çeneni ! Beni de işimden edeceksin'???? 


 

Hayvanat Bahçesinin yönetim kurulu başkanı parlamenter, perdon, vış ev çiyi? Vekil baktı ki foyaları meydana çıkacak, hemen müdahale edip Gorili aslanın kafesinden alarak yan taraftaki kafese koydurttu. Hayvanat bahçesinin diğer sakinleri olan keklikler, sazanlar, tazılar, maymunlar, horozlar, karıncalar velhasıl tüm hayvanlar derin bir nefes aldılar. 

Sazanlardan birisi kalıbına bakmadan aslana kafa tutmaya kalkıyor, kafesin hemen az ilerisindeki akvaryumdan el işareti yaparak bağırıyordu: 

-Bana bax oğlım; sen aslansan ben sazanam. Urfalıyam oğlım, adamı olduğu yere gömerem! Adı üstünde sazan işte, zavallım. Kendi yalanına kendi de inanmış şov yapıyordu. Keklikler kendi kanatları ve ayakları ile kafese geldiklerini unutmuş, hep bir ağızdan özgürlük şarkılarıyla aslanı protesto ediyorlardı. Karıncalar ise çeneleri ile aslanın gorile olası saldırısından sonra ortaya çıkacak ateşi söndürmek için su taşıyorlardı. Hey be akılolar, kendilerine asırlar öncesinin kutsal karıncaları olduklarına inandırmış veya inandırılmışlardı.  

Tazılar hayvanat bahçesinin sahibi siyasetçi, bürokratlara av kapmak için canlarını dişlerine takmış, çoban köpekleri kendi ırklarına havlıyor, horozlar yönetim kurulunun borazanları misali paslı paslı ötüyorlardı. 

Yan tarafa alınan goril Reşo bir yandan korkunun, diğer yandan şaşkınlığın etkisinden kurtulur kurtulmaz aslana doğru yanaştı. 

-Kardaş seni de zorda bıraktım. Söyle bakim sen nerelisin? 

Aslan kendilerini izlemeye gelen ve bunun için para ödeyenlere gösteri için kükrerken arada bir fısıltılar eşliğinde komşu köyden Hemo'nun doktor oğlu Mısto olduğunu anlattı goril Reşo'ya. Bir süre çöplerden plastik toplamış ancak hastalandığı için daha hijyenik bir iş ararken burada işe başlamıştı. Bir ara yelelerini kabartıp: 

-Şu trene bakar gibi bize bakan öküz var ya; o da Sefo'nun kızı Meyro'dur, tanımadın mı? diye soru. O gün ve sonraki gün aslan gorile hayvanat bahçesinde gerçek tek bir hayvanın kalmadığını çünkü hayvanların pahalı olduğunu; bunu bilen yöneticilerin İstanbul'a iş bulmaya gelen Urfalı gençleri post içine sokup çalıştırdığını anlattı. 
 

Hayvanat bahçesindeki en düşük diploma sahibi hayvan pardon çakma hayvan eğitin fakültesi mezunuydu. Çünkü Urfalı gençlerin üniversite mezunu olsa bile  
 

1- Ya ırgat olup mevsimlik işçi olarak gurbete 

2- Ya Metropollerin çöpü için gurbete 

3- Ya da bu hayvanat bahçesi gibi kendi siyasi ve bürokratlarını daha da zengin etmek için şaklabanlık yapmaya gitmekten başka şansları yoktu. 

İLLE DE LİYAKAT İLLE DE UYANMAK GEREK! 

Okuduğunuz üzere kime ait olduğunu bilmediğim kısa bir fıkranın canına okudum çünkü harbi harbi memleketimin içler acısı ekonomik dengesinin resmi gibiydi... 

Dünyanın en eski üniversitesi sayılan Harran Medresesini bağrında taşıyan, ülkenin en genç ve dinamik nüfusuna sahip, tarihinde milyonları peşinden koşturmuş dehalar çıkarmış, turizmin, tarımın, hayvancılığın başkenti Urfa'nın gençleri; bazı siyasilerin nepotizm, akrabaya rant, torpil ve ihale bataklığına düştükleri için iş bulamıyor ve de göç ediyorlardı. 
 

Artık dram ve acının her tonuna bulaşmış kader haline gelen bu durumdan kurtulmanın tek yolu vardı: Liyakat, bilgi birikim sahibi, vizyonlu, dürüst siyasetçileri ve bürokratları yetiştirmek, başta Ankara olmak üzere ülkenin dört bit yanında etkin kılmaktı. 

Bunu başarmanın ön şartı da Urfalıların birbirlerini yeniden sevmeyi öğrenmeleriydi ve en zoruydu. 

HER TÜRLÜ SONU ÖLÜM! 

Diplomayı alıp duvara süs deyi astıktan sonra ya mevsimlik işçi olacak, yollarda trafik kazalarında, ırkçı saldırılarda veya pis sularda boğularak ölecek, 

Ya metropollerde çöpten plastik toplarken hastalık kapıp ölecek, 

Ya tefecilerin eline düşüp intihar edecek, 

Ya Urfa'da sağlık sistemi çöktüğü için komşu illerin yollarında kan kaybından, kalp krizinden ölecek. 

Velhasıl her türlü diplomalı ölüm bekler oldu gençlerimizi. 

3 HİLVANLI BEBE! 

Örnek mi; Türkiye'de denize kıyısı olan iller dışında belki de suya en uzun kıyıları olan Şanlıurfa'da kimsenin aklına yapay plaj yapmak gelmediği için her sene bebelerimiz göllerde, nehirlerde veya barajlarda boğularak can veriyor. Kimsenin aklına da turizme de büyük katkısı olacak yapay plajlar yapmak gelmediği için boğularak ölüyor bebelerimiz. 

Daha 2 gün önce Hilvan'da 3 kardeşe yandı yüreklerimiz ya, kimin umurunda? 

UMUDUM VAR BENİM! 

Umut var sıkıntı yok! Ben, memleketimin en kısa sürede kendine geleceğinden ve rantçı, ihale vurguncusu, diplomaları parayla satın alınmış cahil bazı siyasilerden bürokratlardan kurtulup, hak eden isimleri vekil tayin edeceklerine inanıyorum. Zaten öteki ihtimalde post giyinmek dışında bir şey kalmıyor bize ki her zaman post giymiş çakma aslanın kafesine düşecek şansımız da olmayabilir değil mi? 


FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum
  • Yorum yazabilmek için lütfen üye girişi yapınız.